Şizofrennie

Posted by Malkavian On 10 Aralık 2013 Salı 2 Kişi Düşüncesini Belirtti

Şizofrennie


Terden birbirine yapışmış düz sarı saçları omuzlarına dökülüyordu. Üzerine giydiği beyaz elbisesi ayak bileklerine kadar iniyordu. Dizlerini kendine çekebildiği kadar çekmiş ve sırtını yasladığı çatlaklarla dolu gri duvarın önünde ellerini ayaklarına sıkıca sarmıştı. Bir ileri bir geri sallanırken, kendisi ile sürekli konuşan küçük kızla göz teması kurmamaya çalışıyordu.

‘Dünyayı kurtarabilirsin Emily! Bunu sadece sen yapabilirsin.’ Diyordu parlak koyu buklelerinin altından kocaman gözlerle ona bakan küçük kız. Yaklaşık olarak sekiz yaşlarındaydı ve hiç kendi yaşıtları gibi konuşmuyordu.

Emily başını yine iki yana salladı ve kızın o hipnotize eden kocaman gözlerine bakmamak için başını önüne eğdi.

‘Yine mi o küçük kız Emily?’ diye sordu yumuşakça, önünde demirden sandalyesine rahatça oturmuş, kafasının ortası kel yanlarından kır saçları görünen Doktor Faus. Bir eliyle yuvarlak gözlüklerini çıkarıp önlüğünün yakasına silerken tekrar o rahatlatan sesiyle devam etti.
‘Orada kimse olmadığını biliyorsun değil mi? Bu senin tedavinin bir kısmı. Onu görmezden gelmelisin. Bu odada sadece ikimiz varız. Anlıyorsun değil mi?’

Emily anladığını belirtircesine başını salladı ve küçük kızdan tarafa bakmamak için yan gözle Doktor Faus’a gözlerini kilitledi. Altları hafif morarmış gözleri gören Faus’un içi bir an için acıma duygusu ile kaplandıysa da bunu kıza yansıtmadı.

‘Bir süre daha seni bu tek kişilik odada tutacağım Emily. Gördüğün kişilerin hangilerinin hayal hangilerinin gerçek olduğunun ayrımına varmaya başladığın zaman genel koğuşlara aktarılacaksın ve emin ol bu çok uzun sürmeyecek. Gelişimini takip ediyorum ve çok iyi gittiğini rahatlıkla söyleyebilirim.’ dedi ve bacak bacak üstüne attığı ayağını düzeltip elleri ile dizlerine ağırlık vererek ayağa kalktı. Sandalyesini tek eliyle arkasından sürükleyerek odadan çıktı ve kapıyı arkasından kilitledi.

‘Gördün mü? Sadece ben seninle sürekli kalıyorum. İnsanlar sana birkaç dakikadan fazla tahammül edemiyor. Tek dostun benim Emily ve onlar bunu bozmak istiyorlar. Çünkü sadece senin dünyayı kurtaracağını biliyorlar.’ Küçük kızın konuşmaları kafasında yankılanırken kapının altında bir bölme açıldı ve görevli bu bölmeye içmesi gereken ilaçları koydu. Yanlarında da plastikten yapılma yarısı dolu su bardağı vardı.

‘Sen gerçek değilsin…’ dedi hırıltılı çıkmıştı sesi. Biraz yalpalayarak da olsa ayağa kalktı ve kapıdaki ilaçlara uzandı. Bunları içip sonunda rahat bir uyku çekebilecekti.

‘O ilaçları içme Emily! Seni benden ayırmak istiyorlar. Seni gerçeklerden uzak tutmak istiyorlar. Bir kere beni dinle ve seni bu cehennemden çıkartayım! Burası akıl hastanesi bile değil. Sadece senin gözetim altında tutulduğun bir düzmece!’ Büyük kahverengi gözlere bakan Emily, küçük kıza inanmak istiyordu fakat iyileşmeyi daha çok istiyordu. Doktor ona genel koğuşlara geçebileceğini söylemişti. Tek yapması gereken bu kızı artık görmediğini söylemekti. Zaten ilaçlarını içince birkaç saat görmüyordu da onu. Titreyen elleriyle sıkıca kavradığı ilaçları ağzına attı ve plastik bardaktaki suyu bir dikişte bitirdi.

Küçük kızın sesi birkaç dakika içinde kesildi ve Emily narin bedenini yatağın üzerine atıverdi. İlaçlar ona huzur dolu bir uyku bahşedecekti.

Uyandığında gözlerini açmak istemedi ama küçük kızın sesi kulaklarına yine gelmeye başlamıştı. Ayağa kalktı ve uyuşmuş bacaklarını açmak için odanın içinde birkaç tur attı. Doktor Faus genelde o uyanmadan odasında olurdu fakat bugün yoktu.

‘Beni dinle Emily sana buranın bir düzmece olduğunu kanıtlayabilirim!’ dedi küçük kız arkasından onunla birlikte yürüyordu.

Sonunda dayanamadı ve ‘Nasıl kanıtlayacaksın?’ dedi Emily. Kendini biraz garip hissetmişti. Kıza günlerdir ilk kez cevap vermişti. Bu kendini o kadar iyi hissetmesini sağlamıştı ki buna neden ara verdiğini kendisine sorar olmuştu.

‘Hücrenin yan duvarında bir tıkırdama duysaydın ne tepki verirdin Emily?’ demişti küçük kız kocaman gözlerini beyazlar içindeki kızın mavi gözlerine dikerek.

‘Ben de duvara vururdum.’ Dedi düşünmeden. Bu yalnızlık içinde dışarıdan gelebilecek herhangi bir iletişim kırıntısına cevap vereceğini çok iyi biliyordu.

‘Şimdi odanın iki yanındaki duvarlara vurmanı istiyorum. Sertçe vur ve sana cevap gelip gelmeyeceğine bir bak!’ yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu küçük kızın. Sonunda eline bütün bu düzmeceyi açıklamak için bir fırsat geçmişti.

Emily tereddüt etse de kendisine mantıklı gelen bu isteği yerine getirdi. Elleri acıyana kadar dakikalarca yan duvarlara vurdu ama hiçbir cevap gelmedi.

‘Burada yalnızsın Emily. Sadece sen tutuluyorsun çünkü içindeki gücü biliyorlar. Seni deli olduğuna inandırdılar!’

‘Ama neden?’

‘Sadece sen dünyayı kurtarabilirsin. Şimdi dediklerimi itiraz etmeden yapmanı istiyorum. Sana bu hastanenin boş olduğunu kanıtlayacağım.’

Sarı saçlarını kaşıdı kız ve itiraz etmedi. Günlerdir ilk defa kendini bu kadar iyi hissediyordu ve buna devam etmek istiyordu. Takip eden günlerde küçük kızın dediklerine harfiyen uydu. Doktor Faus’a ziyaretlerinde artık küçük kızı görmediğini söylemişti. Kendine verilen ilaçları ağzına atıyor fakat görevliler gidince tükürüyordu. Kızın talimatları üzerine şiltesinin altındaki yaylardan birini çıkarmış ve yine onun söylediği gibi bükerek kendine bir anahtar yapmıştı. Elleri heyecanla titreyerek kapıyı açtığında gece yarısına geliyordu. Ürkek adımlarla özgürlüğüne yürüdü. Heyecanla çevresine bakıyordu fakat tek görebildiği boş odalarla dolu bir koridordu.

‘Sana söylediğim gibi. Burada senden başka kimse yok!’ demişti heyecanla küçük kız. Neşeyle sekerek Emily’nin peşinden gidiyordu.


---o---

İki kişi koridorda yürüyordu. İkisi de doktor önlüğü giymişti. Yaşlı olan önden gidiyor ve arkasına bakmadan genç olanla konuşuyordu. Genç doktor arkadan gelirken elindeki not defterine sürekli notlar alıyordu. Sonunda bir odanın önünde durdular ve Doktor Richard önünde duran gözetleme camını genç doktora işaret etti.

‘Burada 1876 numaralı hasta Faus bulunuyor. Faus’un durumu biraz ilginç. Kendini bir doktor sanıyor ve Emily adında, kendi tarifine göre sarı saçlı, mavi gözlü ve oldukça hasta bir genç kızı tedavi etmeye çalışıyor. Enstitümüze geldiğinden beri yaklaşık yedi yıl geçti ve durumunda hiçbir düzelme yok.’

Genç adam gözlerini camdan çekerek Doktor Richard’a baktı. ‘Demirden bir sandalyesi var. Kendine zarar vermesinden korkmuyor musunuz?’ dedi elindeki not defterini hazırda tutarak.

‘Sandalyesini alınca oldukça hırçınlaşıyor. Bu şekilde daha mutlu olduğunu düşünüyorum. Gün boyunca sandalyesini odanın bir o yanına, bir bu yanına sürükleyerek hastalarını tedavi ettiğini düşünüyor ve bu onu mutlu ediyor. Bunu iyi not et evlat. Eğer onları iyileştiremiyorsan en azından biraz mutlu hissetmelerini sağlayabilirsin.’ Gülümsedi ve bir sonraki odaya gitmek için arkasını hızla döndü.

‘Siz de kimsiniz?’ dedi arkasını döner dönmez hızla koşup kendisine çarpan kıza. Terden sırılsıklam saçları birbirine yapışmış ve hastaların giydiğine benzer beyaz bir giysisi vardı.

‘Ben Emily’ dedi kız soluk soluğa. Yanındaki kızı işaret ederek ‘ve bu da…’ birden küçük kızın ismini bile bilmediğini fark etmişti. Bu çok saçmaydı. Hatta bu küçük kızla ne zaman tanıştığını bile hatırlayamıyordu. Kendinden utandı ve hemen işaret ettiği elini arkasına sakladı.

‘Emily mi?’ dedi Doktor Richard. Oldukça şaşırmıştı. Bu imkansızdı. Faus’un iyileştirmeye çalıştığı bu kız olabilir miydi?

‘Şu delikten içeri bak kızım ve içeride kimi gördüğünü bana söyle lütfen…’ dedi arkasında deli gibi not alan genç adama aldırmadan.

Emily parmak uçlarında yükseldi ve gözetleme deliğinden baktığında demirden sandalyesinde boş bir duvara dönük kendi kendine konuşan adamı şaşkın gözlerle izledi.

‘Doktor Faus’un orada ne işi var?’ dedi şaşkınlıkla.

Richard bir an durup olanları düşündü ya da düşünmeye çalıştı ama işin içinden bir türlü çıkamıyordu. Sonunda aynı Faus’unkine benzeyen yumuşak ve aceleci olmayan bir tonda konuşmaya başladı.

‘Meslektaşım ve ben, Emily adında tıpkı sana benzeyen bir kızı iyileştirdiğini sanan Faus’u yıllardır gözetim altında tutuyoruz. Fakat nasıl olup da seni görebildiğimize inan bir açıklama getiremiyorum. Ayrıca bu yanındaki küçük kız da kim?’

Emily’nin altı morarmış gözleri heyecanla büyüdü. Faus’un hasta olduğuyla ilgili cümleyi bile görmezden geldi. Küçük kızı kendinden başka gören biri daha çıkmıştı sonunda. ‘Yani… Yani deli değil miyim?’ koridorda amaçsız bir şekilde koşmak ve dans etmek istiyordu. Ama bir yandan beyninin arka taraflarından bir ses bunun çok saçma olduğunu ona fısıldıyordu.

‘Bu çok saçma!’ dedi sonunda hepsi bir ağızdan. Bu mümkün değildi.

---o---

Gözünün önüne gelen uzun siyah saçlarını elinin tersiyle arkaya attı ve un bulaşmış ellerini musluğun altına tutup güzelce yıkadı. Üzerine kakao ve yumurta bulaşmış önlüğünü çıkarıp kapağı açık çamaşır makinesinin içine attı ve hala ıslak olan ellerini koyu mavi renkli kotunun arkasına sildi. Kocasının işten dönmesine yaklaşık olarak bir saat vardı. Evin ortasında bulunan ahşap merdivenleri ağır adımlarla çıktı ve üst katta kapısının altından ışık sızan tek odanın açma kolunu kavradı. İçeriden duyduğu seslere aldırış etmedi ve yüzündeki hüznü silip yerine yapmacık bir gülümseme kondurdu.

‘Annie, kızım kurabiyelerin hazır hadi hemen ellerini yıka bakalım.’

Annie kahverengi buklelerini sallayarak odanın içinde koşturdu ve kocaman gözlerle annesine baktı. ‘Lütfen anne. Emily artık bana inanıyor ve biliyor musun artık Doktor Richard’da beni görebiliyor!’

Annesinin yüzündeki sahte gülümseme bir anda silindi. Kızının boş odada kendi kendine konuştuğunu biliyordu. Kocası Annie’nin pahalı olan ilaç masraflarını karşılamak için iki işte birden çalışıyordu. Yine de bu ay çok sıkışmışlardı ve küçük kızlarına ilaç alamamışlardı. Maaşlar iki gün sonra yatacaktı ama Annie ne zaman ilaçlarına ara verse hastalığı şiddetli bir şekilde nüksediyordu.

‘İki gün kaldı kızım. Biraz daha dayan lütfen. İyileşeceksin. İyi olacaksın.’ Dedi ve gözyaşlarını tutamadı. Kızının ağlarken kendisini görmesini istemiyordu bu yüzden kapıya doğru koştu ve arkasını dönmeden bağırdı. ‘Sadece yarım saat daha. Sonra ellerini yıkayıp kurabiyelerini yemek için aşağı iniyorsun küçük hanım!’

---SON---

Her Son Yeni Bir Başlangıçtır Bölüm VI

Posted by Malkavian On 29 Temmuz 2013 Pazartesi 1 Kişi Düşüncesini Belirtti

Her Son Yeni Bir Başlangıçtır
Bölüm VI




‘Hoş geldiniz.’

‘Hoş buldum teşekkürler.’

‘Buyurun oturun lütfen ve kendinizi rahat hissedin.’

‘Koltuğunuz yeterince rahatmış. Teşekkür ederim.’

‘İsminiz nedir?’

‘William ya sizinki?’

‘Tracy… Tanıştığıma memnun oldum. Sizin gibi kibar bir beyefendi neden burada acaba?’

‘Önünüzdeki dosyada yazmıyor mu?’

‘Muhtemelen detaylı bir anlatımla yazıyordur ama ben bir psikolog olarak hastalarıma önyargısız yaklaşmayı tercih ederim.’

‘Hastalarıma dediniz.’

‘Evet ne olmuş?’

‘Benim hasta olduğum konusunda oldukça önyargılı gibisiniz.’

‘…  Değil misiniz peki?’

‘Bu sizin uzmanlık alanınız. İşinize karışmak istemem’

‘Pekala bakalım elimizde ne varmış öyleyse. Hmm…’

‘Siz bakıp şaşırmadan önce ben söyleyeyim. Tam üç kişiyi öldürdüm ve onları öldürürken bir gıdım bile suçluluk duymadım. Neden öldürdüğümü sorduklarında da gerçekleri söyledim ve benim durumumda gerçekleri söylemek hep bana deli sıfatını yapıştırmıştır.’

‘Hmm çok ilginç. Burada yazılana göre kurbanlarınızın üçü de otopsiye gönderilmiş fakat daha bir sonuç gelmemiş. Bununla birlikte hiçbirinde yara izine rastlanmamış.’

‘Eh ben temiz çalışırım ama bunu bir kenara bırakalım. Kurbanlarımdan bahsederken biraz bile olsa endişelenmediniz. Şu an bir katil ile aynı odada bulunuyorsunuz.’

‘Sizi bana mahkemeden sevk etmişler ve özel durumunuz söz konusu olduğunda hiçbir şey kesin değildir.’

‘Özel durumum yani deli olmam mı?’

‘Olma ihtimaliniz.’

‘Sizi temin ederim deli değilim hanımefendi.’

‘Eğer bir deliyseniz akıl hastanesine, değilseniz cezaevine gideceksiniz. Birçokları akıl hastanesini tercih eder.’

‘Benim için ikisi de aynı.’

‘Nasıl aynı olabilir ki?’

‘İkisi de içinden kısa sürede çıkılması gereken dört duvardan ibaret.’

‘Üç kişiyi öldürmekten dolayı içeri girerseniz emin olun tam güvenlikli bir cezaevine gideceksiniz.’

‘Akıl hastası rolü yapmam için beni teşvik ediyorsunuz neredeyse hanımefendi.’

‘Aksanınız biraz… değişik. Nerelisiniz acaba?’

‘Doğu İngiltere.’

‘Büyümek için güzel bir çevre. Pekala bana biraz hayatınızdan bahsetmek ister misiniz? Ne de olsa iki saat buradayız.’

‘Bunu yapmak istediğinizden emin misiniz?’

‘Neyi?’

‘Çocukluğuma dair sıkıcı anıları dinlemeyi istediğinizden emin misiniz diyorum? Ne öğrenmek istiyorsanız direk sorabilirsiniz.’

‘Pekala öncelikle neden üç masum insanı öldürdünüz?’

‘Yine yaptınız.’

‘Neyi?’

‘Masum insanları dediniz. Oysa ki onların masum olduğuna dair elinizde hiçbir kanıt yok.’

‘Pekala istediğiniz gibi olsun. Neden bu üç kişiyi öldürdünüz.’

‘Çünkü o üçünü öldürmeseydim, onlar dünyada sevdiğim her şeyi mahvedeceklerdi.’

‘Ne gibi şeyleri?’

‘Her gün gölgesinde dinlendiğim Lincoln Parkındaki o güzelim ağacı ve içinde oynayan koşturan tüm canlıları yok edeceklerdi. Mahkemede beni yargılayacak hakimi, sebebini anlamasa da beni savunmaya hevesli olan avukatı ve şu an bana gereksiz sorular soran psikologumu bile…’

‘Gerçekten bir yerlere varmaya başladığımızı düşünüyorum. Neden gereksiz olduğunu düşünüyorsunuz sorularımın?’

‘Çünkü ben ne dersem diyeyim sizi deli olmadığıma inandıramayacağım ve siz ne derseniz diyin beni yargılanmaktan kurtaramayacaksınız.’

‘Peki neden böyle bir şeye inanıyorsunuz?’

‘Çünkü insanlar kördür.’

‘Neden insanların kör olduğunu düşünüyorsunuz?’

‘Çünkü kendi yaptıklarını hep görmezden gelirler ama bir başkası onların adına aynı şeyi yaptığında fazla tepki verirler.’

‘Bir örnekle açıklayabilir misiniz?’

‘Örneğin şu an bir ülkenin başkanı başka bir ülkeye savaş açmış olsa ve ben orduda olsaydım, sırf komutanlarımdan emir aldığım için üç değil belki de üç yüz kişiyi öldürmem bana ne kazandırırdı.’

‘Bilmem sanırım üstün hizmet madalyası alırdınız.’

‘Tebrik ederim.’

‘Neden?’

‘İlk defa standart bir psikolog gibi benim cümlelerimi soruya dönüştürüp tekrar bana sormadınız ve tamamen kendi kişiliğiniz ile bir cevap verdiniz. Evet doğru dediniz üstün hizmet madalyası alırdım.’

‘ve şu an yaptığınız suçun aslında ülke yararına olduğunu mu düşünüyorsunuz?’

‘Ülke değil dünya yararına. Ama önemli olan bu değil. Ben aslında başka bir şey için buradayım’

‘Öyle mi? Bu beni şaşırttı gerçekten. Ne için buradasınız?’

‘Seninle tanışmak için buradayım Tracy. Beyin ve onun içeriğini anlamak için yaptığın çalışmalar dünya çapında ses getirdi. Davranış bilimleri konusunda senden uzmanı yok ama sen yine de bu ofiste oturmuş mahkemeden sana gönderilen salakları dinleyip onların suçlu mu yoksa deli mi olduğuna karar vermeye çalışıyorsun.’

‘Ama… bu…’

‘Bu nasıl olabilir mi diyeceksin? Anlamıyor musun sen değerlisin ve burada kendini harcıyorsun. Hiçbir telefonuma ve e-mailime cevap vermedin. Senden randevu koparmak neredeyse imkansız.’

‘ve siz de bunun için üç kişiyi mi öldürdünüz?’

‘Hayır. Onları zaten öldürecektim. Buraya gelmek için sadece bu yaptığımı itiraf etmem yeterli oldu. Ama sakin ol lütfen sana zarar vermek niyetinde değilim. Sen benim için değerlisin.’

‘Benim değerli olduğumu mu düşünüyorsun?’

‘Şu psikolog saçmalıklarını bir kenara bırak Tracy. Çalışmalarını yazılı dökümanlar olmaktan öteye taşıyacak bir laboratuar ortamı ve geçimini sağlamak için gereğinden çok daha fazla paraya sahip olacağın bir fırsat sunmaya geldim sana.’

‘Siz kesinlikle delisiniz bayım. Normalde suçluların tımarhaneye gitmediğinden emin olmak için bu işi yapıyorum ama siz kesinlikle aklınızı kaçırmışsınız!’

‘Öyle mi dersin Tracy. Şuna bir bak. İşte son yılların en büyük buluşu…’

‘Aman Tanrım! Bu düşündüğüm şey olamaz!’

‘Bu tam da düşündüğün şey Tracy. Yapay Zeka modülünün ilk deneyinden arta kalanlar. Küçük bir cep telefonu büyüklüğünde sesli cevap verebilen akıllı bir veri yumağı…’

‘Bu inanılmaz şu anda çalışıyor mu? Sorularıma cevap verebilir mi?’

‘Eğer istersen bunun bir üst modelinin yaratıcılarından birisi olabilirsin Tracy. Kendini körelttiğin bu iş yerinde tıkılıp kalmana gerek kalmaz.’

‘Ama şimdiye kadar yaptığım araştırmalar bile tam on yılımı aldı ve onlar asıl araştırmanın girişi bile olabilecek nitelikte değiller. En iyi ihtimalle uzun yıllar yaşasam bile bu araştırmayı sonlandıramam.’

‘Tracy ağzın bir şeyler geveliyor ama aklın ve gözlerindeki ışıltı tamamen başka şeylerden bahsediyor.’

‘Sanki beni tanıyor gibi konuşuyorsun. Sanki seni tanıyor gibiyim. Az önce üç mas… insanı öldürdüğünü söyledin ve şimdi benden dünya üzerindeki en ileri teknoloji ile yapılacak bir çalışmada yardım istiyorsun.’

‘Etrafına bak Tracy… Hayır bu odaya değil dünyaya bir bak. Dünya halklarının yarısı fakir. Diğer yarısı ise zengin ama krizlerle boğuşuyor. Petrol atıkları denizleri kirletiyor ve nükleer santraller dünyanın dengesini bozmaya devam ediyor. Fakir halkların silahlandırılması ile elde edilen gelirler her geçen gün artıyor ama artık silahlanan halklar eskisi gibi bilinçsiz değil. Her yerde terör örgütleri iş başında ve saldırılarını artık tehdit amaçlı yapıyorlar. Büyük ordular onlarla başa çıkamıyor. Çıkamazlar da. Vur kaç taktiği uygulayan bir avuç gerillaya karşı kendi evlerinde zafer kazanmak zaten imkansız. Üçüncü Dünya Savaşının eşiğindeyiz Tracy ve gelecek şu elimde tuttuğum yapay zeka modülünü geliştirmemize bağlı. Şimdi bana katı bir tavırla arkasına sığındığın o psikolog kimliğinle değil, gerçek Tracy olarak cevap ver. Benimle misin?’

‘Neden böyle bir çılgınlık yaptığımı bilmiyorum ama… Evet.’

‘Bu yol senin için çok sancılı olacak. Çok çalışmamız gerekecek ama bu sayede küçük bir ihtimal ile de olsa insanlığı kurtaracağız. Tıpkı büyük babanın da dediği gibi; Küçük ihtimaller, büyük başarıları doğurur. Birazdan yapacağım şey için çok üzgünüm evlat.’

‘Sen nasıl… Sesin… aaahhh!!!‘

Acı çığlığı tüm odayı kaplarken, kilitli kapıyı yumruklayan korumaların endişeli sesleri eşliğinde William, kadının beyaz tenine dişlerini geçirdi. Sivri dişler neredeyse hiçbir zorlukla karşılaşmadan rahatça derinin ve etin içinden geçerek tüm vücuda kan depolayan ana damarı buldu. William kanın tadı ve çekici kokusu karşısında şiddetle sarsıldı ve daha hızlı bir şekilde tatlı kanı kendi vücuduna aktarmaya devam etti.  Son saniyede kendini büyük bir zorlukla kadından uzaklaştırdı ve sevdiği ve açlığını duyduğu şeyin elinden alınmasına sinirlenen bir kaplan gibi kükredi. Vakit kaybetmeden kendi bileğini ısırdı ve damlamaya başlayan kanı sanki bir damlası bile ziyan edilmemesi gereken yüz yıllık bir viski gibi kadının ağzına dikkatle damlattı. Kadının vücudu şiddetle sarsılmaya başladığında tatminkar bir şekilde bileğini yaladı ve diş izleri bir anda kayboldu. Hemen Tracy’nin çalışma masasını büyük bir güçle yerinden çekip kapıya dayadı. Ardından kadının şiddetle sarsılan vücudunu sanki bez bir bebeği kaldırır gibi rahatça kucaklayıp ikinci kat penceresini kırarak dışarıya atladı.

Ayakları yere değer değmez büyük bir hızla hareket etti ve Lincoln Parkı yakınlarındaki dairesine yöneldi. Bir iki saatlik yolu dakikalar içinde kat ederken dudağından boğuk bir mırıldanma döküldü.

‘Üzgünüm John Lampard… Bunu senin torununa yapmak istemezdim ama dünyanın geleceği buna bağlı ve çok zamanımız kalmadı.’