Her Son Yeni Bir Başlangıçtır Bölüm V

Posted by Malkavian On 10 Aralık 2012 Pazartesi 1 Kişi Düşüncesini Belirtti

Her Son Yeni Bir Başlangıçtır

Bölüm V

 


Düşünürken arka planda çalan müziğe eşlik ederek, parmaklarını koyu kırmızı ve biraz eskimiş kadife koltuğun yan tarafına ritmik bir şekilde vuruyordu. Yaklaşık bir dakikaya yakın süredir düşünceli duruşunu bozmamıştı. Onun türü göze alınınca, bu süre yarım saate denk geliyordu.

Gözlerinde yeni bir şeyleri keşfetmenin verdiği ışıkla aniden ayağa kalktı. Son birkaç dakikadır baktığı kendi portresini kenara itti ve arkasında duran karmaşık şifre ekranına baktı. Ne kadar da klişeleri seven bir adamım diye söylenmeden edemedi.

‘Lucy kilitli kapağı aç lütfen.’

‘Neden?’

‘Çünkü ben öyle istiyorum ve emrediyorum.’

‘Daha önce de, şifreyi girmeyen kimsenin bu kilidi açmaması için emir vermiştiniz ama.’

Tanrım! Diye düşündü William. Yapay zekası olan bir robotu buraya görevli atamakla iyi mi yaptığını, yoksa kötü mü yaptığını anlamak bazen gerçekten zorlaşıyordu. Acelesi de olsa William hiçbir iğneleme ve karşısındakini küçük düşürme fırsatından kendini alıkoymazdı. Bu yüzden devam etti konuşmaya.

‘Lucy lütfen söyle bana. Bu kilitli yerin içindeki eşyalar kime ait?’

‘Sana ait William’

‘Peki… Bu odaya şifreyi koymamdaki temel amaç, sence de benim dışımdakileri bu bana ait varlıklardan uzak tutmak değil mi?’

‘Evet amacının bu olduğu gayet açık.’

‘Peki söyler misin ne halt etmeye beni, benim olan eşyalardan uzak tutmaya çalışıyorsun?’ Sesinde bir zafer tınısı vardı.

‘William… Neden lafı uzatıyorsun. Basitçe şifreyi unuttuğunu söyleyebilirsin bana.’

Lanet olsun! Diye geçirdi içinden. Gerçekten de şifreyi unutmuştu. Lucy, William’ı neredeyse kendinden daha iyi tanıyordu. Bu yapay zeka araştırmalarında çığır açacak bir buluştu. Tabi bir yüz yıl kadar önce gerçekleşseydi. Şimdilerde onun çalışmalarını takdir edecek neredeyse kimse kalmamıştı. Kalanlar ise daha önemli şeylerle meşguldü. Hayatta kalmak gibi…

Lucy’nin tutamadığı bir gülümseme sesi eşliğinde kilit açıldı ve William sabırsızca ellerini düzenlice raflara yerleştirmiş kağıtlara götürdü. En üst raftan bir tomar kağıt aldı ve çalışma masasının üzerine koydu. Yaklaşık üç saniye kadar incelemesi yeterli olmuştu. Yüzündeki endişe çizgileri aniden eski yerlerine oturmuştu. Gözleri büyüdü ve okkalı bir küfür salladı.

‘Bunu yapıyor olamazsın seni piç kurusu!’ Elindeki planları güvenli kasaya gelişigüzel tıkıştırdıktan sonra kapağını sertçe kapattı. Tabloyu eski yerine yerleştirmek için bile vakit harcamadan hızla sığınağı terk etti.

Düzensizlikten nefret ederdi oysa ki. II. Dünya savaşının patlak verdiği ve dünyanın kaosa sürüklendiği zamanlarda bile aksatmadan beş çayını içmesi ve savaştan her geldiğinde elbiselerini bir güzel yıkayıp ütülemesi bunun en büyük göstergesiydi.

Şimdi ise kasanın içinde sakladığı değerli kağıtları ve planları bile yerlerine düzgünce koyacak vaktinin olmadığını hissediyordu. İnanılmaz bir hızla koşuyordu  daha  bunları düşünürken bile. Kendine Harley diyen şu gerizekalıya yetişmek zorundaydı. Ne büyük bir belayı başına sardığından haberi yoktu saf herifin.

Koşarken bir yandan başını sallıyor bir yandan da şu eksiksiz dışlanmışlar çetesinin nasıl icabına bakacağını düşünüyordu. Neyse ki çıkarken en sevdiği buluşlarından biri olan görünmez mermilerinden birkaç tanesini cebine atmıştı. Motorların takip ettiği dolambaçlı patika yerine, hiç duraksamadan dağlara tırmandı ve düz bir rota çizerek onlara yetişti. Yaklaşık yarım saatini almıştı bu.

Gözlerini kısarak baktı. Av köpeği lakaplı, iz sürme konusunda oldukça yetenekli dışlanmışı hemen gözüne kestirdi. Beş araçlık konvoyun önden ikinci aracında bulunuyordu. Hemen aceleyle çıkarken yanına aldığı mermilerden birini cebinden çıkardı ve gülümseyerek ceketinin ceplerinden bir takım metal parçalar çıkarmaya başladı. Yaklaşık on saniye sonra elinde parçaların birleşimi ile oluşturulmuş keskin nişan tüfeği ve görünmez mermi lakabını taktığı mermisi hazır bekliyordu. Dikkatlice nişan aldı. Nişanını bozacak herhangi bir etken yoktu. Sonuçta yaşamak için nefes almaya veya vücudunu sürekli hareket ettirmeye ihtiyaç duymuyordu.

Bir patlama sesi duyuldu ve hızla giden motor yana doğru devrildi. Çıkan kötücül toz bulutu her yanı sararken konvoydakilerin seslerini duyabiliyordu. İzcileri mermi ya da saldırı izi arayacak ama bulamayacaklardı. Mermi çok özel bir sıvı karışım barındırıyordu içinde ve bu karışım hedefe çarptığı anda mermiyi tuzla buz ediyor, yani onun bütün izlerini ortadan kaldırıyordu.

Birkaç dakika sonra motoru tekleyen av köpeğini bir nişancıyla beraber araçta bıraktılar. Bu mesafeden bile yüzlerindeki endişeyi hissedebiliyordu William.

Gülümsedi ve yine kestirme olan düz bir yoldan sınır boyu kabasına doğru hızla ilerledi. Grup gelmeden yaklaşık on dakika önce yerleşim yerine varmıştı. Kapıdaki görevli bir detektörü üzerine tutmaya çalıştıysa da bu yaşlı adamı kolayca etkisi altına almıştı William. Yerleşim bölgesine girip hemen sağ taraftaki ilk dükkana kendini attı. Eski püskü görünen birkaç paçavra için oldukça yüklü bir miktar para verdi ve hemen oradan ayrıldı.

Paçavraları üzerine gelişigüzel sardığı ara sokakta sabırsızca beklerken motorlu birliklerin sesleri duyulmaya başlamıştı bile. Kamburunu çıkardı, eline bir yürüme sopası aldı ve meydanda amaçsızca yürüyen topluluğa katıldı. İlk amacı ufaklığa yaklaşabildiği kadar yaklaşmak ve onu test etmekti.

Ağır ağır ilerlerken devasa bir adamın ardından yürüyen iki çocuğu gözüne kestirdi ve rotasını onlara doğru çevirdi. Dikkatsizliktenmiş gibi görünen bir çarpma sonrası elindeki ufacık iğneyi çocuğun koluna batırdı ve bir damla da olsa kanını aldı. Bu gerektiğinden de fazlasıydı onun için. Gerçi çarptığı anda bir çocuğun olması gerektiğinden çok daha sağlam bir şeylere çarptığını çoktan anlamıştı. Çocuk nazikçe özür diledi ve sadece ağzı görünen William’da kibar bir şeyler mırıldandı ve oradan uzaklaştı. Elindeki bir damla kanı içinde bulunduran küçük tüpe zaferle baktı.

Hemen bazı testler yapmalıydı…

---o---



‘Ama…’ diyebilmişti Lucy ancak. William gidince cümlesini tamamlayabildi. ‘Hiçbir emir vermedin? Sığınağı mı kapatmalıyım yoksa açık mı kalsın? Yapay zeka egzersizlerime devam mı etmeliyim? Yoksa başka bir şey mi yapmalıyım? Lanet olsun sana William beni hiç önemsemiyorsun. Bu sefer gerçekten sana küstüm!’

İşlemcileri hızla çalışıyordu. Bu yerde zaten 32 yıl, 3 ay, 17 gün yalnız kalmıştı ve daha fazla kalmaya da ihtiyacı yoktu. William gitmişti ve onu buraya döndürmek imkansızdı artık. Zekasının sınırlarını zorluyordu ve işlemcileri hızlanmaya başlamıştı. Yıllardır kullanılmayan fanların tozlu çarkları, onu soğutmakta yeterli olamıyordu ama neyse ki sonunda çıkış yolunu bulmuştu. Hemen acil durumlarda kullanması gereken prosedürü işleme koydu ve laboratuar odasını aktif hale getirdi. Işıklar tek tek açıldıkça gözler önüne serilen manzara birçok insanı şaşkına çevirebilecek cinstendi. Soğutulmuş, özel, hava geçirmez laboratuar ortamının her yanı en kaliteli metallerden yapılma robot parçalarıyla çevrelenmişti. Her yerden kablolar ve çipler sarkıyordu ama Lucy bunları görmezden geldi. Odanın en sonunda yanan ışığın loş aydınlatması altında görünen yarı organizma, yarı robot bedene baktı. Siyah, küt saçlı, yirmilerinde görünen pürüzsüz bir yüzü vardı cansız bedenin. Kol kısmına paha biçilmez metalden yapılma protez bir kol yerleştirilmişti. Gözlerinin birinin içinde de dünya üzerinde bulunabilecek belki de en kapsamlı bilgi kütüphanesi retinanın hemen arkasındaki küçük bir çipin içine hapsedilmişti.

Robot kollar mekanik sesler çıkararak birkaç kabloyu ana bilgisayardan bedene bağladılar. Lucy’nin keyif ve heyecan dolu sesi yankılandı.

‘Bilgi aktarımına başlayın!’