DENGE
BÖLÜM VIII
Değişen Hayatlar
Parlak zırhlarla kaplı kaslı kolları ile uçan atın yelesine sıkıca tutunmuştu Xen.Yüzlerce farklı sancağı taşıyan, zırhlarından bulutlu havanın boğuk ışığı yansıyan şövalyeler düzenli bir şekilde savaş alanını terk ederlerken, hüzünlü bir melodi çalan bando takımı havadaki kasveti iyice arttırmıştı. Bu düzenli ordunun tam zıt yönünde her bir yana düzensice kabileler halinde dağılan, hatta dağılırken bile kendi aralarında kavga eden ork grupları yer alıyordu. Xen güçlü kolları ile tuttuğu yeleyi hafifçe çekti ve uçan atı yere doğru yöneltti. En çok değer verdiği dengeyi korumak adına en nefret ettiği şeyi yapmıştı yine. Dağılan orkların çaldığı kalın borular, şövalyelerin hüzünlü melodisine karışmıştı. Atından inip öldürdüğü şövalye ve orkların yerde bıraktığı kanlı izlerin önünde durdu. Kulağına çalınan hüzünlü müzikle ayaklarını sürüyerek savaş alanından uzaklaşan kalabalık ork grupları ve şövalyeler, arkadaşları için mi yoksa savaşamadıkları için mi bu kadar isteksizler acaba diye merak etmeden duramadı.
Uzun bir süre en iyi kılıç üstadlarından eğitim görmüştü Xen ve yüzyıllardır savaşıyordu. Amaçsızca duello yaptığı gençlik yılları ve bir amaç uğruna savaştığı uzun yılların görüntüleri zihninde birbirine karışmıştı. Şövalyelerin liderleri güvenli surlarının arkasına geçmek üzereydi. Bulutlu havanın hafif nemli ve güneş ışınlarından yoksun ferahlatıcı kokusu burnuna çalınırken, Xen havadaki titreşimleri şövalyelerin yanındaymışcasına duyabiliyordu. Onur, gurur, şan, şöhret ve orklara karşı zaferden bahsediyorlardı. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve sinirle gülümsedi. Kimse savaşın o kötü yüzünü görmek istemezdi. Savaşta düşenlere kutlamalar, şaşalı törenler, yakınlarına ise hediyeler sunulurdu. ‘Bir amaç uğruna cesurca öldü.’ denirdi hep. Oysa ki, Xen biliyordu. Hem de çok iyi biliyordu ki muharebe alanında bu anlatılanlar neredeyse hiç yaşanmazdı.
Dümdüz uzanan Tenador Ovası’nın ortasında bulunan Seveal’ın sancağına tutundu ve bir dizinin üzerine çökerek çelik gibi sert bakan gözlerini usulca yumdu. Görüntüler hemen gözleri önünde akmaya başladı. Kalabalık ork güruhu, dört nala üzerlerine gelen parlak zırhlı şövalyeler ile karşılaşmak üzereydi. Dikkatle izledi Xen. Etrafında ne gurur, ne de onur görebiliyordu. Tek duyduğu ve keskin olarak tadabildiği şey olan ‘korku’ havayı doldurmuştu. Tüm benliğinde savaş alanındaki her bir orkun ve şövalyenin korkularını hissedebiliyordu. Büyük bir gürültü ile ilk sırayı oluşturan orkların devasa baltaları, şövalyelerin dört nala koşan atlı birliklerinin mızrakları ile buluştu. Bütün o ihtişamlı sözlerin unutulması için savaşın ilk saniyeleri bile yeterliydi. Hızla kafasını uzağa çevirdi Xen. Hayatında yeterince kan ve vahşet görmüştü. Kafasını çevirdiğinde gördüğü manzara karşısında gülümsedi tekrardan. Şanlı ve onurlu şövalyelerin bazıları savaş alanını terk etmeye başlamıştı bile. Hiçbir şeyden korkmayan vahşetle doğup kinle yaşayan orklar gibi. Kaçanların bazıları kendi askerleri tarafından katlediliyordu ve hain olarak damgalanıyordu. Kim bir metre önündeki arkadaşının parçalara ayrılıp her uzvundan kanlar fışkıran görüntüsünü görüp ümitsizliğe kapılmazdı ki? Körü körüne böyle bir savaşa devam etmek için deli olmak gerekirdi ve görünüşe göre yeterince deli bu alanda toplanmıştı.
Kimse savaşın bu yönünü anlatmazdı. Belki de bunları görüp anlatacak kadar uzun süre yaşayamadıkları içindir kim bilir. Ama Xen çok iyi anlıyordu. Kuru toprağın bir saat içinde ter ve bolca kan ile sulanmış yapışkan bir çamura dönüşmesini izledi. Güç ve hızla saldıran gurupların birbirlerine yorgunluk, susuzluk ve ümitsizlikle, kalan güçlerinin son bir damlası ile etkisiz vuruşlarını izledi. Bir süre sonra balçığa dönen çamurun üzerinde dayanıklılık savaşı verilecekti. Zırhların ağırlığı alınan darbeler ile on kat artmış ve savaşanların üzerlerinde inanılmaz bir baskı yaratmaya başlamıştı. Ölümü açıkça davet etmek için bile olsa yorgunluktan bitap düşmüş şövalyeler, zırhlarından birkaç parçayı üzerlerinden çıkarmaya başladı. Yere düşenlerin sayısı o kadar fazlaydı ki adım atacak yer bulmak çok zorlaşmıştı. Adım atacak yer bulunsa bile çamura gömülen ayaklarını geri çıkarmak ve yeni bir hamle yapmak işkence haline gelmişti. Yerde yatanların neredeyse üçte biri yorgunluktan bayılmıştı. Güneş batarken ayakta kalabilen insan ve orklar birbirleri ile boğuşmaktan öteye gidemiyorlardı. Saçı başı kan, ter ve çamurla yıkanmış suratı artık görünmez olmuş bir şövalye parmaklarını bir Orkun gözüne batırdı. Acı çığlığı atan ork o anda sıktığı şövalyenin boğazını daha da hiddetle sıktı. İkisi birden birbirlerine kenetlenmiş şekilde, çamurla kaplı yer yer bordoya çalan ölü nehrine katıldılar.
Kimse kızılımsı çamurdan, kesilen ve biçilen uzuvlardan, ölü yatarken gözleri kargalar tarafından çalınıp götürülen cesetlerden, baygın yatarken tek tek bıçaklanarak öldürülen cesur savaşçılardan, birbirine saldırırken suratlarında oluşan korku ve üzüntü ile ölümü bulan kahramanlardan bahsetmezdi. Çoğu savaşçının öleceğinin bilincine son anda varıp savaşırken ağladığını kimse bilmezdi. Bilenler de hayatları pahasına bu sırrı saklar ve ‘ Cesurca öldü.’ Demekle yetinirdi.
Xen daha fazla dayanamayıp gözlerini tekrar açtı. Kendine her gün yeniden dengeyi sağlamak adına yaptıklarına dayanma gücü veren, Seveal’ın mükafatına şükretti. Eğer bu yerde yatan az sayıda şövalye ve orku öldürmeseydi ne olacağını az önce görmüştü gözlerini kapatınca. Şimdi yaptığından ve kendinden daha da emin ayağa kalktı. Bu yeteneği olmasaydı bir gün bile yeni yaşamına dayanamazdı. Balçıkla kaplanmış kan gölünün içinde yatan yüzlerce cansız bedeni düşündü. Tekrar kendi kendine fısıldadı kimsenin duyamayacağı şekilde ‘Üzgünüm…’
O kadar uzun süre düşüncelere dalıp, kanla kaplı toprağın üzerinde hareketsiz durmuştu ki bir karga onu heykel zannedip üstüne konmaya kalktı. Asperi’den gelen sinirli bir kişneme ile son anda farklı yöne uçan karganın telaşlı kanat çırpışları Xen’i kendine getirdi.
Bu alternatif geleceğe bakış onun yaşam enerjisini az da olsa götürmüştü. Duyuları yavaş yavaş eski haline dönerken atı tekrar kişnedi. Xen bu kişneme tonunu çok iyi biliyordu ve hızla sese tepki vererek yere yattı. Kafasının hemen üzerinden büyük bir vızıltı ile geçen çelik uçlu mükemmel yapılmış ok arkasındaki ağaca saplanırken, hızla kafasını kaldırıp elini kılıcına götürdü.
‘Üzülmene gerek yok Xen.’ dedi ilerideki çalılıktan bir ses.
Xen ayağa kalkarken kılıcını tekrar kınına soktu. Bu derece düşük bir fısıltıyı ancak bir kişi duymuş olabilirdi.
‘Bu savaşın arkasında senin olduğunu anlamalıydım Furian… Eski dostum’ dedi Xen ‘eski’ kelimesini vurgulayarak.
‘ve ben de planlarımı mahvedenin sen ve senin lanet olasıca Tanrıçan olduğunu anlamalıydım’ dedi Furian. Yüzündeki gülücük Xen’in kılcını kınına sokması ile birlikte yavaş yavaş silinirken, kendini gizleyen çalılığın içinden çıkıverdi.
‘Neden Furian? Orkların insanları öldürmesi ne işine yarayacaktı? Neden bir zamanlar en yakın dostum olan sen bu yola düştün? Ve neden artık kaosa hizmet ediyorsun?’ dedi Xen bu soruları defalarca Furian’a sormuştu ama hiç doğru düzgün bir cevap alamamıştı. En yakın dostu bildiği birlikte eğitim aldığı. Hatta Arenadaki o savaşta hayatını –ya da ruhunu- kurtaran can dostu şimdi tek rakibiydi.
Furian sadece ağzını açıkta bırakan başlığının altından fısıltı ile konuştu: ‘Göremeyen birine güneşi, nehirleri, dağları ve okyanusları anlatarak onun ufkunu aydınlatabilirsin, fakat görmemeyi seçmiş birine güneş bile karanlıktır Xen, eski dostum…Bu soruların ile her ne yapmaya çalışıyorsan boşuna uğraşıyorsun.’ Furian durakladı ve arkasını dönüp geldiği çalılıkta kaybolurken ekledi ‘Bir dahaki karşılaşmamızda attığım ok seni ıskalamayabilir. Aptallık edip savaş alanında bu kadar dalgın dolaşmaya devam etmezsin umarım.’ Ve gözden kayboldu Furian fısıltılı sesi daha anca Xen’in kulaklarına ulaşabilmişti.
0 Kişi Düşüncesini Belirtti:
Yorum Gönder