DENGE Bölüm IX

Posted by Malkavian On 27 Aralık 2010 Pazartesi 2 Kişi Düşüncesini Belirtti

DENGE
Bölüm IX
Yalanlar



Furian’ın fısıltılı sesi daha kulaklarına ulaşır ulaşmaz Xen’in ayakları aceleyle hareket etti ve Furian’ın az önce kaybolduğu çalılıktan geçerek ileri doğru atıldı. ‘Bu sefer değil.’ diyordu kendi kendine.

Hızla koştu. Eski dostu gözünün önünden ayrıldığından beri ancak saniyeler geçmişti, fakat yine de onu bulmak kolay değildi. Aceleci tavırlarla havadaki izleri inceledi. Yerdeki izleri incelemek anlamsızdı. Furian neredeyse hiç iz bırakmadan yürürdü. Boğuk havadaki ufak titreşimleri takip etti ve dakikalar süren bir takipten sonra ileride aradığı adamın siluetini gördü. ‘Bu sefer cevaplarımı alacağım!’ Dedi Xen inatla.

Furian’ın kulaklarına kadar açılan ağzının kıvrımları görülmeye değerdi. Her zaman tartışmadan kaçınan Xen olurdu ama bu sefer işler değişmişti.

Furian gülümsemesini bastırmayı başaramadı ve ‘Bakalım ne kadar paslanmışsın eski dostum!’ diyebildi. Daimi gülümsemesinin arasından sıktığı dişleri belli oluyordu. Kırmızı güç kıvılcımları saçan ellerini toprağa doğru çevirdi ve eliyle havayı yakalayıp yukarıya kaldırmaya çalışıyormuş gibi bir hareket yaptı.

Toprak sarsıldı ve çatlamaya başladı. Bir anda Xen’in etrafı çatlaklardan yavaşça çıkan iskeletlerle doldu. Toprak dolmuş eklemlerini gıcırdatarak, silahlarını ellerine alan yaratıklar hiç vakit kaybetmeden bir bir Xen’e saldırmaya başladılar.

Tehlikeyi hemen hissedip yanına gelen atının üzerine rahatça atladı. İskeletlerin oluşturduğu ufak güruhun arasında kalan gümüş şövalye kılıcına daha davranmamıştı. Zırhlı omuzlarını hafifçe geriye doğru yuvarlak yaparak açma hareketi yaptı. Kafasını sağa ve sola hızla salladı ve boynunu kütletti. Son olarak iki ellini birbirine geçirerek İskeletlerin hareket etmesi ile oluşan gıcırtılara eşlik etti.

Ölülerin gözleri yoktu ama olsa bile bir şey fark etmezdi. Şövalyenin hareketlerini yakalamanın imkanı yoktu. Xen kılıcını ilk düşmanı ona varmadan saniyeler önce çekmişti. Kılıcın kından çekilme sesi düz ovada yeni yeni yankılanırken önüne ilk gelen üç iskelet kemik yığınları şeklinde yerde yatıyorlardı.

Xen vakit kaybetmeden atını hızlandırdı ve kılıcını iki tarafından sallayarak müthiş bir ölüm dansına başladı. Etrafında onu öldürmek için can atan iskeletler yokmuş gibi Furian’a doğru ilerledi.

‘Paslanmamışsın…’ diye fısıldadı Furian gülümsemesi bir an olsun yüzünden silinmeden. Uzun zamandır kendini zorlayacak bir rakiple dövüşmemişti.

Xen arkasında yirmiye yakın iskelete aldırmadan önündeki adama doğru ilerledi. Furian ile arasında duran iki iskelete doğru atını sürdü. Beyaz atın üzerinden sanki üzerinde zırhlar yokmuş gibi çevik bir hareketle takla atarak yere indi. Rakiplerine bir adım kala aniden durdu. Ayaklarının yerde kayması ile çıkan tozun arasında, iki eliyle tuttuğu kılıcı, etrafında çemberler çizerek döndürmeye başladı. Devinimi giderek hızlanırken oluşan ufak kum fırtınasının arasından ölüm saçan kılıcı bir görünüp bir kayboldu. Son iskeletler de bilinçsiz varlıkları ile bu ölüm saçan döngüye yaklaştılar ve birer birer yere yığıldılar. Etrafına saçılmış kemik yığınlarının üzerinden tam bir takla atarak sıçradı ve Furian’a doğru kılıcını saplamaya çalıştı. Havadayken iki eliyle tuttuğu kılıç yere sertçe saplandı. Furian çoktan geriye doğru bir adım atmıştı bile.

Furian bu diyarlara akıttığı kanlar ile nam salmış kılıcını hızla çekti. Xen de yere saplanan kılıcının ejderha motifleri arasındaki gizli düğmeye dokundu. Çıkan ufak mavi akımlar kollarına titreşimler gönderirken yerden iki kılıcı çekti.

‘Siz çocuklar daha sık dövüşmelisiniz. Yirmi beş yıldır sıkıntıdan patladım resmen.’ dedi Dui daha kıvılcımlar çıkarken.

‘Sanırım onu çok iyi yetiştirdik Dui. Artık bize ihtiyaç duymuyor bile baksana.’ Sui’nin telepatik sesi kulaklarında yankılandı.

‘Sessizlik!’ Xen’in sesi otoriter ve etkileyiciydi. İki kılıçta hemen seslerini kestiler.

Az önce ayaklarını sürüyerek ovadan ayrılan ork ve şövalye birlikleri ilk kılıç çınlamasıyla birlikte sesin geldiği yere doğru yönelmeye başladılar. Sarı toprak tekrar havalandı. Aceleci adımlarla dövüşen iki siluetin olduğu yöne doğru akın akın koşmaya başladılar. Tek bir farkla; İki tarafın da aklında savaşma düşüncesi yoktu.

Psaela ve Seveal’ın şampiyonlarını dövüşürken görmek her ölümlüye nasip olmazdı. Şimdi ise ork ve şövalyelerin oluşturduğu topluluk az önce savaşmayacaklarmış gibi yan yana bu mücadeleyi izliyorlardı. Daha doğrusu izlemeye çalışıyorlardı. Yapılan her on hamlenin ancak ikisini yakalayabiliyorlardı. Geniş ovadaki herkes gözlerini kısmış, suratlarında anlamaya çalışan bir ifade ile izliyordu.

Furian hızla etrafında döndü. Alçaktan ve yukarıdan hızla saldırdı. O kadar karmaşık saldırılar yapıyordu ki karşısındaki Xen’den başkası olsa çoktan birkaç darbe almış olurdu. Furian akıllıca davranarak nefesini toparlayabildiği her anda farklı sayılar söylüyordu. İzleyicilerden hiçbiri buna anlam veremiyordu fakat Xen bunu neden yaptığını çok iyi biliyor ve rakibine bir kez daha saygı duyuyordu. Gümüş şövalyeyi bütün hamleleri saydığını ve sabırla açık beklediğini bilecek kadar iyi tanıyordu.

Furian’ın yerden gelen tekmesinin üzerinden atladı ve anında kafasını eğdi. Az önce orda olmayan bir kılıç başının üzerinden geçerken yere basan ayaklarını serbest bıraktı ve bir takla atarak yana doğru bir hamle yaptı. Furian sol ayağını kılıcın önünden son anda çekti ve çektiği hızla geri indirip kılıcı toprak ile ayağının arasına sıkıştırdı.

‘Dui elektirik!’ dedi Xen sıktığı dişlerinin arasından sağ elindeki kılıç bir anda rakibini çarpıp birinci kalite botları üzerinde delikler açarken.

Furian ayağını irkilerek kılıcın üzerinden çekti ve elinde tuttuğu kılıç ile hızla hamleler yaparak avantajını kaybetmemek adına mücadele etti. Fakat artık çok geçti. O bir saniyeden de az olan tereddüdü sırasında Xen istediği ve beklediği açığı bulmuştu. Sağ elinde tuttuğu Sui ile yaptığı hamle gevşekçe Furian tarafından karşılanır karşılanmaz kılıcını diğer kılıcın etrafından dolandırdı ve gümüş zırlı eliyle Furian’ın suratına okkalı bir yumruk attı.

Furian darbenin etkisi ile üç adım geriledi ve sarsılmış bir şekilde zorla ayakta kalabildi.

‘A-Oo Sağ ayağını geriye attı.’ Dedi Dui sesi endişeli geliyordu.

‘ve belinin üst kısmını da iyice arkaya gerdirdi.’ Diye fikrini belirtti Sui.

‘Evet kılıç fırtınasına hazırlanıyor.’ Dedi Xen dövüşe muazzam bir şekilde odaklanmıştı ve sesinde hiçbir duygudan eser yoktu. Sağ elindeki kılıcı sıkıca tuttu. ‘Dui kalkan!’ diye emir verdi.

‘Her seferinde ben kalkan oluyorum. Artık sıkıldım. Neden Sui hiç kalkan olmuyor ki?’ diye mızmızlandı Dui

Furian sendeleyen sahte görünümünü aniden bıraktı ve birden etrafında dönmeye başladı. Ovada kendilerini izleyenlerin hayret dolu nidaları ile karışan ‘Kılıç Fırtınasından sağ çıkan olmadı.’ Sözleri bir ilahi gibi etraflarında dolaşırken tek bir ses duyuldu.

‘Dui kalkan!’
‘Dui kalkan!’ Xen ve Sui inin sesi aynı anda bağırmıştı.

Furian’ın oluşturduğu kılıç fırtınası inanılmaz bir hız ile Xen’e çarptı.

Gümüş şövalye arkadaşının bu hamlesini çok iyi biliyordu. Dikkatle ayaklarını gözlemlemişti. Furian’ın sağ ayağını destek alıp sol ayağı ile dönmeye başladığını görmüştü. Kılıç fırtınasının tek bir açığı vardı. O da bir kez başladı mı kontrolün tamamen elinizden çıkmasıydı ve böylece saldırılar tek bir taraftan geliyordu.



Son anda kalkana dönüşen Dui’yi sağ tarafına sertçe sapladı ve hemen mükemmel bir denge kurarak tek dizinin üzerine yere eğildi. Sol elindeki Sui’yi de yere saplayarak kılıçtan güç aldı ve boyun eğmez bir kaya kadar sert üzerine gelen fırtınayı karşıladı.

‘Bir dahakine ne durumda olduğumuz umrumda bile değil. İsterse kocaman bir ejder tüm nefretini üzerimize kussun. Ben kalkan olmuyo… Ahh… Hey bu acıttı! Hay bin çölde kaybolasıca…’ Dui’nin sesi çok kısa aralıklarla çınlayan kılıç sesinin arasında boğuldu kaldı.

Xen sabırla kılıç fırtınasının dinmesini bekledi. Furian bütün hırsıyla yaptığı çılgınca saldırıya devam ederken dişlerini sıktı ve dayanmaya çalıştı. Fırtına dakikalar sonra bittiğinde kulağındaki çınlamaya aldırmadan ayağını ileriye doğru uzattı. Kontrolü tamamen elinden kaybetmiş olan Furian uzatılan ayağa sertçe çarptı ve yere kapaklandı. İskeletlerle yaptığı anlamsız gösteri sonrasında böyle büyük bir saldırıya girişmişti umutsuzca ve bu onun gücünü büyük bir ölçüde tüketmişti. Oysa Xen kılıcını sallamak ve savunmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Xen hemen Furian üzerinde baskı kurdu ve açıkları bulduğu bütün anlarda rakibine ufak kesikler atmaya başladı. Sonunda bitap düşmüş Furian yere kapaklandığında artık savaşmak için kolunu bile kaldıramayacak durumdaydı.

Xen son tekmeyi de atıp Furian’ı yere serer sermez yanında bitti ve ayağı ile onu yerde tuttu. Kılıcı ile Furian ın kılıcını elinden ittirdi ve dirseği ile boğazına abandı.

‘Sadece bir kere soracağım eski dostum.’ Artık Xen de yorulmuştu ve nefes nefese kalmıştı. ‘Neden Psaela’ya hizmet ediyorsun?’

Furian kana bulanmış dişlerini göstererek gülümsedi. Ağzındaki kanı tükürdü ve derin bir nefes aldı.

‘Seni kurtarmak için aptal!’

‘Beni kurtarmak mı? Ne saçmalıyorsun sen kafana çok mu hızlı vurdum acaba…’

‘Arenada drow ile dövüşünü hatırlıyor musun? Sen öldün Xen ve ben...’

‘Ne arenası? Neler saçmalıyorsun sen?’

Furian kahkahalara boğuldu. ‘Bana inanmıyorsan Seveal’a sor. Seni kurtarmak için kendi ruhumu Psaela’ya feda etmemi öneren oydu dostum.’

‘Sana inanmıyorum!’

Xen sinirden köpürmüştü. Eskiden arkadaşı olan bu adamın yalanları artık canına tak etmişti. Sui yi havaya kaldırdı ve hızla rakibinin boğazına doğru indirdi.

Furian’ın az önce kanlar saçan ağzından dökülen ‘dostum’ kelimesini duymamıştı bile…

Kimim Ben? Bölüm III

Posted by Malkavian On 18 Aralık 2010 Cumartesi 2 Kişi Düşüncesini Belirtti

Kimim Ben?
Bölüm III



Taksinin şaşırtıcı derecede rahat koltuğuna sırtımı yaslayıp düşüncelere daldığımdan beri aklımda ‘kim’ ve ‘neden’ kelimelerinin içinde olduğu birçok soru dolanıyordu. Baş ağrıtacak kadar çok bilinmezle aynı anda uğraşmaya çalışıyordum. Bindiğim taksi sert bir frenle büyük bir binanın önünde durdu. Geveze taksi şoförüm sesini kesip de suratıma beklenti içinde bakmaya başlayınca sonunda istediğim yere geldiğimi anladım. Taksimetrede yazan miktarın iki katını ödedim ve adam tekrar konuşmaya başlamadan hemen önce kapıyı kapatıp hızlı adımlarla binaya girdim.

Gördüğüm en büyük alışveriş merkezlerinden biriydi. Hızlı adımlarla merdivenlerden yukarı çıktım ve yaşlı çekik gözlü terzinin bana tarif ettiği mağazaya girdim. Etrafıma hızlı bir bakış attım. Amma kaliteli şeyler satıyorlardı böyle. Doğruca danışma masasına ilerledim ve burun yapısından ve ten renginden burnu havada bir Fransız olduğu çok belli olan adama doğru ilerledim.

‘İyi günler bayım.’

‘İyi günler beyefendi size nasıl yardımcı olabilirim.’ Adamın Fransız aksanı ve siyah jöleli saçları resmen beni tiksindiriyordu.

İşte şimdi söyleyeceklerime çok dikkat etmem gerekiyordu. Ne diyebilirdim ki. Bu ceketi buradan aldım ama kim olduğumu hatırlamıyorum. Bana adresimi verebilir misiniz mi diyecektim. Karşımdakine belli etmeden istediğim bilgiyi almalıydım. Düşün… Düşün…

‘Bu takım elbiseyi buradan aldım ve sanırım fatura adresinde bir karışıklık olmuş. Kayıtlarınızı kontrol etmeniz mümkün mü acaba?’ O da nesi bunları ben mi söylemiştim. Aklım gerçekten hızlı çalışıyordu.

Adam seri numarasını istedi ve ben de ceketimi açmaya bile gerek duymadan ezberimden söyledim ‘198654’ ve sonra fark ettim ki hafızam oldukça iyiydi. Hatta iyi de ne kelime mükemmeldi. Mağazaya girdiğimde en fazla üç saniye kadar etrafıma göz gezdirmeme rağmen şu anda gözümü kapatsam en ince ayrıntısına kadar hangi reyonda ne olduğunu renklerine kadar sayabilirdim. İstemsizce gülümsedim ve şüphelendirmemem gereken görevlinin bana ters bakışlar atmasına sebep oldum. Ne yapabilirim ki hafızasını yeni kaybetmiş birinin bu denli güçlü bir hatırlama yeteneğine sahip olması gülünç değil de neydi?
Kafama kim veya ne vurduysa iyi iş başarmıştı.

Görevli parmaklarını önündeki ekranın hemen altında duran klavyede hızlı hareketlerle gezdirmeyi bıraktı ve kısa süren bir incelemeden sonra bir bana bir ekrana bakmaya başladı.

‘Etikete göz atmamın sakıncası var mı bayım?’ diyen Fransız onayımı beklemeden elleri ile ceketin iç yakasındaki numaraya göz gezdirdi. Sonra tekrardan bilgisayarının başına geçti ve söylene söylene ‘Ama nasıl olur bu çok değerli müşterimiz… Beye ait’

Lanet Fransızlar! Galiba bu yüzden nefret ediyorum hepsinden. Düzgün konuştuklarında bile zar zor anlaşılıyorlar bir de karşımdaki mırıldanarak konuşuyordu. Bana en çok gerekli bilgiyi yutarak söyleyen ağzının ortasına yumruk atmamak için kendimi zor tuttum.

‘Kim dediniz?’ eh denemeye değerdi.

Ağzını açtı ve tam söyleyecekken tekrar kapattı. Lanet olasıca ağzını yuvarlamıştı. ‘O’ ile mi başlıyordu acaba.

‘Belli ki bir yanlış anlaşılma olmuş. Faturamı bahsettiğiniz beyefendiye göndermişsiniz. Bana adresini verirseniz muhasebecimi gönderip faturamı geri aldırabilirim.’ Eh bu durum için fena yalan değildi. İlkini de destekliyordu fakat neden olduğunu bilmesem de nefret ettiğim görevli bu numarayı da yutmadı.

‘Üzgünüm bu bilgiyi sizinle paylaşamam. Fakat bir kimlik ve telefon numarası verirseniz kaydınızı alabilirim.’

Hiç yararı yoktu. Çıkmaz yola geldiğimde anlarım. Ben ısrar edecektim ve o da inatlaşmaya devam edecekti. Sonra ben müdürü ile görüşmek istiyorum diyince de, iyice bana gıcık olup istediğimi yapmamak için elinden geleni yapacaktı.

O sırada yaklaşık üç metre ileride kasada ödemesini yeni yapmış olan bayan fişine bakarak dalgınca mağazanın çıkış kapısına doğru yürümeye başladı.

‘Pekala…’ Dedim ve vücudumun kontrolünü beş saniyeliğine tamamen yitirdim. Bilinçaltımın derinliklerinde çok yetenekli biri vardı ve kontrolü eline almıştı. Acemi hafızamla, deneyimli vücudumun yaptıklarını bir seyirci gibi izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Ellerim daha önce bahsettiğim kuvvetli hafızamın mağazada önceden belirlemiş olduğu, danışma masasının üzerindeki rengârenk fularlardan birini hızla çekip alırken, vücudum hiç bir şey yokmuşçasına arkasını dönüp az önce alışverişini tamamlamış bayana hafifçe çarptı. Ağzım ’Çok affedersiniz.’ Derken bir elim kadını omuzlarından tutup kibarca özür diliyor, diğer elim ise az önce yürüttüğü üzerinde alarm olan fuları kadının alışveriş çantasına atıyordu.

Ta Taa… Alarm çalarken önümdeki Fransız koşarak girişe gitti ve bayanı nazikçe sorgulamaya başladı. İçimden ıslık çalarak rahat bir yürüyüş ile masanın arkasına dolandım ve adresi kolayca hafızamın bir köşesine not ettim.

O pislik Fransızın ‘O’ ile başlayan bir şey söylemeye çalıştığına emindim zaten. Takım elbisemin sahibi Bay Osgard bekle beni geliyorum.

Bu arada Fransızlardan neden bu kadar çok nefret ediyorum acaba?

Kimim Ben? Bölüm II

Posted by Malkavian On 10 Aralık 2010 Cuma 3 Kişi Düşüncesini Belirtti

Kimim Ben?
Bölüm II




Elimde bir gazeteden yırtılmış kısmen temiz bir kağıt parçasının üzerine özenle yazılmış bir adres vardı. Hemen gözlerimi etrafta gezindirdim. Tahmin ettiğim gibi sokak levhalarındaki isimler Latince harflerle yazılmıştı. Ohh… Çin’de olmadığıma ne kadar sevindim anlatamam. Sokak isimleri bana hiçbir şey ifade etmiyordu ve bir taksiye atlayıp ‘Beni hemen bu adrese götür!’ de diyemezdim. Artık bir amacım ve ulaşmam gereken bir yer vardı, fakat oraya nasıl gideceğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. En büyük sorun da beş kuruşumun olmamasıydı. Bu sorunu hemen halletmem gerekiyordu.

Düşüncelere dalmış bir şekilde adımlarımı atarken etrafın sessizleştiğini ve ana caddeden uzaklaştığımı unutmuş olmalıyım. Yine bir ara sokağa getirmişti ayaklarım beni.

‘Hey! Zengin pislik bütün paralarını sökül bakalım!’ Kalın ve tehditkar bir sesti. Sesin sahibi siyahi, bonus kafalı, iri yarı adam bu cümleyi bana düşük bel giydiği kot pantolonunun arka cebinden ufak bir bıçak çıkartırken söylemişti.

‘Geç kaldın. Başka kapıya Jimmy!’ dedim sakince. Bu da neydi böyle? Evet adam bariz bir şekilde geç kalmıştı. Meteliğim yoktu fakat bu durumu bu kadar sakince karşılamam ve üzerine bir de adamla dalga geçmem kabul edilir şey değildi doğrusu. Eh en azından müzik zevkim fena değildi.

‘Hep aynı terane. Söyle bakalım gece uyurken de onlara sarılıp mı uyuyorsun?’ Suratında oluşan pis gülümseme siyah tenine tezat oluşturan bembeyaz dişlerini ortaya çıkarmıştı.

Omuz silktim ve iri yarı adam bana yaklaşırken, ben de bir iki hızlı adımla adama doğru yaklaştım. Belli ki şaşırmıştı. Genelde karşılaştığı insanlar o yaklaşırken umutsuzca arkalarındaki duvara doğru adım atıyor olmalıydı. Sahi ben niye öyle yapmıyorum ki?

Adam derin bir nefes aldı ve bıçağını geniş bir hareketle genişten salladı. Ya da sallamaya çalıştı demeliyim. Koluna ve dirseğine arka arkaya iki darbe indirdim ve eğilerek etrafımda tam bir tur attım. O da nesi! Yaklaşık yüz kiloluk kas yığını, ayakları tepede başı aşağıda yüzünde garip bir ifade ile yere kapaklanıyordu. Derin nefes alışın hamle yapacağına dair işaret olduğunu ve kolunun tam olarak neresine vurursam rakibimi acıdan kıvrandırırım biliyordum. Dövüş dersleri almış olmalıydım. Bu cüssede bir adamı tepetaklak edebiliyorsam fizikten de az buçuk anlıyordum. Bütün paramı kaliteli giysilere harcamamam ya da onlara sarılıp uyumamam iyi olmuş.

Tam olayın heyecanını üzerimden atıp suç mahallinden uzaklaşmaktaydım ki - Hadi oradan kimi kandırıyorum. Bir damla bile heyecanlanmamıştım- Bu Jimmy kılıklı adamın anlık problemlerimin hepsine çözüm getirdiğini fark ettim.  Hızla ellerimi baygınlığın verdiği bilinçsizlikle sayıklayan adamın ceplerinde dolandırdım. Hatırı sayılır bir tomar para ve güzel kokular yayan, torbalanmış, birinci kalite, iki yıl bol su ile yetiştirilmiş ot buldum.

Bir otun kokusundan bu kadar çok bilgi edinmemden çok, bir gram bile canımın istememesine şaşırmıştım. Demek ki bağımlı değildim ve aslına bakarsanız nefret bile ediyordum. Az önce yaptığım Bruce Lee hareketleri de cabası. Acaba odamda asılı bir posteri var mıdır?

Jimmy’nin ceplerinde bulduğum birinci kalite otu ve bir tomar parayı cebime indirdim ve düşüncelere dalmış bir şekilde ıslık çaldım. Ani bir fren ile önümde duran taksiye atladım ve ‘Beni hemen bu adrese götür!’ dedim ve adam aptal aptal suratıma bakmaya başladı.

Filmlerde bu replik gerçekten çok karizmatik duruyordu. Eh tabi bahsi geçen filmlerde üzerinde Çince yazılar olan gazete parçasını taksiciye uzatmıyorlardı. Atmosferi tamamen kaybetmiş şekilde adamın elinden adresi alıp çevirisini bir güzel yaptıktan sonra arkama yaslanıp elimdeki veriler ışığında bir sonuç çıkarmaya çalıştım.

Öncelikle hafızamda tık yoktu. Çince biliyordum ve anlaşılan züppenin tekiydim. Ayrıca ilginç şeyler hakkında gereğinden fazla bilgi dağarcığına sahiptim ve kung-fu biliyordum. Garip bir karışım ve işin aslı artık iyi adamlardan olmadığım gerçeği giderek güçleniyordu. Bundan sonra karşılaşacağım kişilerle konuşmalarıma ekstra dikkat etmem gerekecekti. Eğer bir çeşit mafyaysam ve düşmanlarım hafıza kaybımı öğrenirse hoş olmayan şeyler meydana gelebilirdi.

Hafıza kaybı yeterince kötü değilmiş gibi, bir de şimdi mafya olmakla uğraşmak zorundayım iyi mi!

En azından mafya olduğuma seviniyordum. Onlar silah kullanırlar ve düşmanlarını dövmek yerine, onların muhtelif yerlerinde delikler açmayı amaçlarlar. Temiz iş. Kafamdaki gibi lanet olasıca şişliklerle uğraştırmıyorlar insanı.

Aklımda şimdi yeni bir soru belirmişti. Madem dövüş sanatlarında bu kadar ustayım, neden bu lanet olasıca Çin mahallesinin ara sokaklarında sağlam dayak yemiş şekilde kendime geldim?


Kimim Ben?

Posted by Malkavian On 8 Aralık 2010 Çarşamba 1 Kişi Düşüncesini Belirtti

Kimim Ben?

Olabildiğine uzun binaların çevrelediği bu dar sokakta, yağmurla asfalta yapışmış gazete sayfalarının oluşturduğu kaotik desenlerin üzerinde gözlerimi açtım. Hissettiğim ilk şey vücudumun çeşitli yerlerinden beynime gönderilen acı sinyalleri oldu. Her yerim sanki birkaç defa yüksekten düşmüşüm de ağrımayan yerim kalmamasına özellikle dikkat etmişim gibi ağrıyordu. Bunca zamandır baygın yatmış olmalıyım. Üzerimdeki uzun siyah pardösü ve içine giydiğim kaliteli takım elbisem sırılsıklam olmuş. İyi de deminden beri aklıma takılan bir soru var…

Kimim ben?

Elimle hafifçe başımın her yerini yokladım. Evet, ağrılarımın büyük bir çoğunluğunun kaynağını bulmuştum. Kan yoktu fakat bolca şişlik ve darbe izi vardı. Sağa doğru bir adım attım ve sonra vazgeçip sola doğru gitmeye karar verdim. Sonra tekrar durdum. Kim olduğumu hatırlamadığım gibi nerede yaşadığımı da hatırlayamıyordum. Derin bir nefes alıp kendime ‘Sakin ol.’ Dedim. Hemen ellerimi bütün ceplerimde hızlıca gezdirdim. Ne bir kimlik, ne de bir cüzdan vardı. Eh bu ara sokakta on dakikadan fazla baygın kalmış olmalıydım. Herhangi bir sokak serserisi daha fazla içki alabilmek adına pek ala kolayca cüzdanımı cebine indirmiş olabilirdi.

Birçok darbe almış olmasına rağmen aklım hızlı ve pratik çözümler üretmeye devam ediyordu. Demek ki zeki biriydim. Hemen ceketimi ve birinci sınıf görünen pardösümü inceledim. Herhangi bir marka yoktu fakat bir numara yazılmıştı özenli harflerle küçük bir etikete. ‘198654’ Bu iyiye işaretti işte. Marka giyinsem herhangi bir dükkandan herhangi bir fiyata bu ürünü almış olabilirdim fakat numaralar sadece özel tasarımlarda olurdu.

Ceplerimi tekrar kontrol ettim. Lanet olasıca hırsız tek bir kuruş bile bırakmamıştı. Hemen kalabalık olan sokağa adım attım ve önüme gelen ilk dükkandan içeriye attım kendimi. ‘İyi günler beyefendi.’ Ooo çok fiyakalıyım. Diksiyonum oldukça düzgün ve kelime vurgularını çok iyi yapıyorum. Bu konuda eğitim aldığım çok belli. ‘Acaba rica etsem bana buraya en yakın kendi kreasyonlarını yapan terzi veya mağazayı tarif edebilir misiniz?’

Adam elinde dikmekte olduğu kumaşı bir kenara bırakıp burnuna kadar düşürdüğü gözlüklerinin üzerinden bana baktı. ‘Tarife gerek yok bayım. Etrafınıza bir bakın.’

Kendime not: Pratik zekalı ve zekiyim ama olabildiğine dikkatsizim.

‘Ah tam da aradığım yer. Bayım acaba bu üzerimdekilere bakıp bunların kimin elinden çıktığını söyleyebilir misiniz?’

Adam soru karşısında biraz afallamıştı. Tabi ki benim hafıza kaybımdan haberi yoktu. Ya beni onu test etmeye çalışan ukalanın teki sanıyordu ya da... Her neyse.

Şüpheci de olsa yine de bana yaklaştı ve ustalıkla ceketimin dikişlerini inceledi. Daha sonra pardösümü çıkartıp ceketin arkadan duruşuna baktı, kumaşı eliyle inceledi ve en son olarak da iç tarafındaki numaraya baktı. Benim ilk yaptığım şeyi en son yapması nedense bu adamın işinin ehli olduğuna emin olmama neden oldu. Gözlüklerini gözüne yaklaştırdı ve numarayı inceledi. Eline bir kağıt aldı ve bana bir adres yazdı. Adama hayranlıkla karışık bir minnet hissi duymuştum. Cebimde tek kuruşum yoktu ve borçlanmıştım. İçgüdülerimle hareket edip ihtiyarın kafasının iki yanına ellerimi koydum ve yüzümü alnına yaklaştırıp hafifçe üfledim.

Bunu da her ne halt etmeye yaptıysam!

İlginç bir şekilde adam yaptığım garip hareketle ilgilenmedi. Dikiş makinesinin başına geçti. Hali hazırda yapmakta olduğu ve bana göre mükemmel olan işi bir çırpıda eliyle makineden çekti ve yeni bir kumaş koyup gözlerinde yeni oluşan parıltı ile işe koyuldu. İçimde bu yaşlı çekik gözlü adama olan borcumu yaptığım delice hareketle ödemişim gibi tanıdık bir his vardı.

Bir dakika durun bakalım! Az önceki ihtiyarla Çince mi konuştum ben? Evet, resmen akıcı bir şekilde Çince biliyordum. Yine aklımdaki ses bağırarak ilk aklıma gelen soruyu dillendirdi.

Kimim ben?