Seçil(me)mişler

Posted by Malkavian On 8 Ocak 2014 Çarşamba 2 Kişi Düşüncesini Belirtti

 Seçil(me)mişler



Çok uzun zaman önce, çok uzak bir galakside, çok mutlu bir halk yaşarmış. ‘Neden mutlularmış ki?’ diye soranlarınızı duyar gibiyim. Bu sorunun cevabı elbette çok basit ama önce isterseniz buna sebep olan o büyük olayın biraz öncesine gidelim. Böylece neden mutlu olduklarını daha iyi anlayabilirsiniz.

Çok uzun zaman önce, bahsi geçen çok uzak galaksinin çok mutlu halkı, çok mutlu olmadan önce çok mutsuzmuş. ‘Neden?’ diyenlerinizi yine duyar gibiyim. Bu sorunun da cevabı oldukça basit, çünkü bu halkı yöneten tam yirmi tane Tanrı varmış ve hiçbiri, birbiri ile anlaşamazmış. Eh, aralarında anlaşsalar bile yirmi tanrı oldukça fazla miktarda tanrı demektir ve gezegenin neden mutsuz olduğu bariz bellidir. Bu tanrılardan biri kötülük yapmak isterken biri iyiliğin gücüne inanırmış. Biri ‘Etrafınızdaki herkesi kıskanmalısınız, böylece başarılı olabilirsiniz.’ derken diğeri müritlerine ‘Kıskançlık kötüdür. Aman ha uzak durun!’ diye öğütler verirmiş. Halkın bir kısmı ateşe taparken diğer kısmı suyun kutsallığına inanırmış. Özetle, tam bir karmaşa ortamı hakimmiş bu gezgende. Bu yüzden de her gün tartışmalar, kavgalar ve savaşlar yaşanırmış.

Kısacası tanrılar arasında hayali bir terazi olacak olsaydı, tam on tanesi sağ tarafında, yine tam on tanesi sol tarafında olurdu ve bu terazi mükemmel bir şekilde dengede duruyor olurdu.

Günlerden bir gün Hoşgörü Tanrıçası Hephesius, takipçisi olan kel kafalı, bol beyaz kıyafetler giyinmiş keşişleri ile yolda yürürken yanlışlıkla Savaş Tanrısı Armerias’a toslamış. Savaş Tanrısı’nın koskoca yuvarlak kalkanlar taşıyan, her biri baklava dilimi kaslara sahip savaşçıları, hep bir ağızdan savaş çığlıkları atıp liderlerinin ne yapacağını beklemeye koyulmuşlar. Eh tabi ki o da adına sanına yakışır bir şekilde Hephesius’u sarı örgülü saçlarından tuttuğu gibi keşişlerinin üzerine fırlatıvermiş. Birbirlerinin varlığını sezen tanrılar ve tanrıçalar hemen olay yerine toplanmış ve hepsi ilgiyle izlemeye koyulmuş. Tabi ki hoşgörü tanrıçasının yere düşmesi büyütülecek bir olay değilmiş ve tabi ki tanrılar ölümsüzmüş. Fakat o büyük günde Hephesius’un sakarlığı yüzünden öğrenmişler ki tanrılar şaşırtıcı bir şekilde sadece insanlar tarafından gelen saldırılara karşı ölümsüzmüş.

Hephesius düştüğü yerde dizlerine ellerini götürüp acıyla ağlarken ellerindeki kanı tüm tanrılar görmüş ve elbette ki onlar da yirmi tane tanrının bu dünyaya fazla olduğunun çoktan farkındalarmış, ama hepsi bir diğerinin ölümsüz olduğunu sanıyormuş o ana kadar. Bu yüzden Tanrılar arasında yıllarca değil, aylarca değil, haftalarca değil, günlerce hiç değil, yaklaşık bir iki dakika sürecek bir savaş patlak vermiş. Her şey o kadar hızlı gerçekleşmiş ki kimse tam olarak ne olduğunu görememiş bile. Fakat sonuçları herkesin tarih kitaplarından öğrendiği gibi çok büyük olmuş.

Hikayemizin başında değindiğimiz gibi bu gezegende yaşayanlar çok mutluymuş, çünkü o gün çıkan Büyük Tanrılar Savaşı’nda beklenenin aksine ölenler hep yukarıda da belirttiğim terazinin sol tarafında yer alan tanrılar olmuş. Savaş Tanrısı adına yakışmayacak şekilde ilk ölenler arasındaymış o gün ve hemen ardından Kıskançlık Tanrısı yitip gitmiş. Su Tanrıçası, Ateş Tanrısını saniyeler içinde söndürmüş ve geriye mutluluk ve huzurdan başka hiçbir şey kalmamış.

Bütün dünya huzur içinde, mutlu ve düzenli bir yaşama sahipmiş. Ya da Tanrılar böyle olduğunu sanıyormuş. Çünkü huzur ve mutluluk yayıldıkça tanrıların canı çok sıkılmış. Neredeyse etrafta yapacak hiçbir şey kalmamış. Bunun üzerine toplanıp hepsi kendilerine birer Seçilmiş belirleyip onlar arasında centilmenlik esasları içinde müsabakalar düzenlemeye karar vermişler. Tek bir sorun varmış. Kendilerine tapanların neredeyse hepsi birbirinden iyi, hoşgörülü, sevecen, sadık vesaireymiş!

Yıllar birbirini kovalamış ve zaman akıp gittikçe  tanrılar seçilmişlerini belirlemeye çalışırken aslında bu mutlu ve huzurlu gezgende herkesin mutlu olmadığı anlaşılmış. Birkaç kişi tüm bu düzene karşı dimdik ayakta durmaktaymış. Sonunda on tanrı bir araya gelip bir mahkeme kurmuşlar ve sorun çıkaran bu birkaç kendini bilmezi yargılamak için huzurlarına çağırmışlar.

İlk gelen, yaralar bereler içindeki yüzünü sert bir şekilde buruşturup tanrılara yumruğunu sallayan simsiyah saçlı bir adam olmuş.

‘Sen de kimsin?’ demiş düzen tanrısı.

‘Bana Kavgacı derler ve siz beni yargılayamazsınız! Hele bir deneyin de görün bakalım gününüzü!’ sıktığı yumruğunu avucunun içine sertçe patlatmış. Tam Tanrılara bu mühim demeci verilirken mahkeme salonunun kapısı tekrar açılmış. İçeriye dışarıda esen serin rüzgarın bir parçası girmiş ve Kavgacı’nın irkilmesine sebep olmuş.

‘Hey sen de kimsin!’ diyip yanında bir adam peydah olunca da refleks olarak suratına okkalı bir yumruk patlatıvermiş.

‘Aman tanrım! Ya da aman Tanrılarım! Gördünüz! Hiçbir suçum yokken bu adam bana vurdu! Davacıyım!’ diyivermiş sızlayan başını tutarak.

‘Sessizlik!’ demiş tanrılardan biri. ‘Sen de kimsin?’

‘Bana Sinsi derler.’ demiş ve eklemiş. ‘ve inanın buraya neden getirildiğime dair en ufak bir fikrim bile yok. Kesin bir yanlışlık oldu.’ Bağdaş kurup devasa yapının zeminindeki taşlara otururken.

Bu sırada içeriye etrafına söylene söylene hırpani sakallı bir dede girmiş. Sürekli homurdanıyor ve etrafını pek de umursamıyor gibiymiş. Önce Tanrıların bulunduğu büyük kürsüye çarpana kadar homurdanarak ağır ağır yürümüş. Sonra da çarpmanın etkisiyle homurtuların arasına birkaç küfür sıkıştırarak diğer ikisinin beklediği yere geçmiş

Düzen Tanrısı, tam ona kim olduğunu soracakken ve ağzı daha hala açıkken homurtular arasından şu kelimeler duyulmuş mahkeme salonunda. ‘Homur homur…Hay bana Karamsar ismini koyan annemin de…! Üzerimde emeği geçen babamın da…! Bu mahkeme salonunun da…!’

Mahkeme salonunun kapıları kapanmak üzereyken Hephesius yanındaki tanrılara dönmüş. ‘Hani dört taneydiler?’ ve bu sözleri söyler söylemez kapının arkasından bir bağırış duyulmuş.

‘Ay durun! Durun diyorum size. Nasıl olur da ben tam girecekken kapıları kapatırsınız siz! Kendini bilmezler! Ahlaksızlar! Densizler!’ içeriye kahverengi, saçlı ortalama boylu, ortalama kiloda ve ortalama güzelliğe sahip bir kadın girmiş. Tam otuzlu yaşlardaymış.

Önsezi Tanrıçası gülümsemiş ve ‘ Dur tahmin edeyim. Senin ismin Kendinibeğenmiş değil mi?’

‘İsmin Kendini, soyadım da Beğenmiş. Öyle söyleyince bütün havası kaçıyor. Kendini Beğenmiş diyeceksin.’ Diyip bir hava ile saçlarını geri atmış. Bir yandan Hephesius’un güzelim sarı saçlarına bakıp kendi saçlarının onunkilere bin basacağını düşünerek.

Tanrılar baş başa vermiş ama bu işe yaramaz ve gezegenin düzenini bozan dört kişiye ne yapacaklarına bir türlü karar verememişler. Verdikleri cezalar çok yumuşak kalıyormuş. Mesela; Hoşgörü Tanrıçasının önerdiği gibi her akşam yemekten sonra tatlı yemelerini yasaklamak gibi akıl almaz büyüklükte cezaların hiç biri etki etmemiş bu düzen bozuculara!

Haftalar, hatta aylar geçmiş ama bu dördünü bir türlü kötü huylarından vazgeçirememişler. Ne ceza verirlerse versinler inatla kendi bildiklerini yapmaya devam etmiş bu dört kafadar.

Tam üç ay sonra, Düzen Tanrısı bu dördünü mahkeme salonuna tekrar çağırmış. Kendini Beğenmiş saçlarını okşayıp Hephesius’a aşağılarcasına bakarken, Kavgacı mahkeme salonuna girerken duvara vurduğu yumruğunun kanayan yerini emmekle meşgulmüş. Sinsi, Karamsar’ın çıkardığı homurtular eşliğinde sessizce onun para kesesine uzanmakla meşgulken hapşırıvermiş.

Düzen Tanrısı boğazını temizlemiş ve gür sesiyle konuşmaya başlamış ve hepsi de –Tanrılar da dahil- ne yapıyorlarsa bırakıp bu etkileyici sesi dinlemeye koyulmuş.

‘Cezanız kararlaştırıldı. Bu gezgende düzeni ve huzur bozduğunuzu söylemeye gerek yok. Ne ceza verirsek verelim huylarınızdan vazgeçmeyeceğiniz de ortada. Bu durumda bize başka bir çare bırakmadınız. Sizi sürgün ediyorum. Ehmm… Ediyoruz!’

‘Nereye?’
‘Nasıl yani?’
‘Uzak mı?’
‘Homur, homur?’

Gibi soruları elinin tersiyle geçiştirmiş Düzen Tanrısı.

‘Kararımız kesin. Sizler için tüm güçlerimizi kullanıp yeni bir gezgen oluşturduk. Bundan sonra orada yaşayacak ve neslinizi devam ettireceksiniz. Oldukça güzel bir yer, Karamsar haricinde hepinizin orayı seveceğine eminiz.’ Hafifçe gülümsemiş ve yerinden kalkıp dörtlünün yanına gitmiş. Tüm tanrılar etraflarında bir çember oluşturup el ele tutuşmuş ve büyülü sözleri mırıldanmaya başlamışlar. Sinsi birkaç defa Hephesius ve Düzen Tanrısı’nın kollarının altından sıvışmaya çalıştıysa da büyülü bir bariyere çarpıp yere kapaklanmış.

Büyülü sözler sona ermiş ve Düzen Tanrısı dörtlünün bedeni yitip giderken son bir kez seslenmiş.

‘Sınırsız bir süre boyunca Dünya’ya sürgün edildiniz!’

Hephesius büyülü çemberin güç parıltıları saçan aurası dağılmadan kendini beklenmedik bir şekilde tanrıların ortasına atıvermiş. ‘Onların bu yeni gezegende tek başlarına olmalarına gönlüm elvermiyor!’

‘Ama onlar dize gelmez. Bunu sen de gördün, ne denersek deneyelim başaramadık!’ demiş sinirlenen Düzen Tanrısı.

‘Onları düzgün birer insan yapmak için binlerce yılım olacak. Elbet başaracağım.’ Demiş kendinden emin bir şekilde Hephesius gözden kaybolurken.

Kendini çimenler ve ağaçlarla çevrili bir şelalenin önünde bulmuş Hephesius. Önündeki insanlara bakmış ve şöyle demiş.

‘Hepiniz burada yeni bir yaşam kuracaksınız. Bu yüzden her şeye en başından başlamamız gerek. Sen…’ demiş bu güzel dünyada bile homurdanmayı başarabilen Karamsar’a dönerek. ‘Senin adın bundan böyle Adem olacak. Siz ikiniz ise…’ demiş Kavgacı ve Sinsi’ye dönerek. ‘Sizlerin ismi ise Habil ve Kabil olacak.’ Sonra durup kendine kısık gözlerle bakan ve bir yandan kendi teninin bu soluk görünümlü tanrıçadan tabi ki de çok daha iyi göründüğünü düşünen kadına bir parmağını uzatmış. ‘Senin ismin ise bundan böyle Lilith olacak.’

‘Pekala, ama sen istediğin için değil, sırf beğendiğim için kabul ediyorum.’ Demiş Lilith saçlarını bir omzundan arkaya atarak.

‘Sizler için çok sevdiğim yeri ve insanları bıraktım. Bu yüzden sizlere bir ceza vermem gerek.’ Demiş ve düşüncelere dalmış. Ama içi ceza vermeye de pek el vermiyormuş. En sonunda önemsemeden önünde duran ilk ağacı göstermiş ‘Ne yaparsanız yapın, bu elma ağacından bir tane bile meyve yemeyeceksiniz!’ demiş ve sırra kadem basmış.



-SON-

2 Kişi Düşüncesini Belirtti:

mit dedi ki...

O zaman da gülümseyerek okumuştum, yine aynı keyifle okudum :) Umarım arada yeni şeyler yazdığını görme fırsatımız da olur. Kalemine sağlık...

Adsız dedi ki...

ilk ağacı göstermiş ‘Ne yaparsanız yapın, bu elma ağacından bir tane bile meyve yemeyeceksiniz!’ demiş. Hocam benim haddime değil ama bu kısa hikayenin sonu biraz klasik olmuş bunun yerine başka bir şey olsaydı daha cezbedici olurdu (KiryuuZero0)

Yorum Gönder