Seçil(me)mişler
Çok uzun zaman önce, çok uzak bir galakside, çok mutlu bir halk
yaşarmış. ‘Neden mutlularmış ki?’ diye soranlarınızı duyar gibiyim. Bu
sorunun cevabı elbette çok basit ama önce isterseniz buna sebep olan o
büyük olayın biraz öncesine gidelim. Böylece neden mutlu olduklarını
daha iyi anlayabilirsiniz.
Çok uzun zaman önce, bahsi geçen çok
uzak galaksinin çok mutlu halkı, çok mutlu olmadan önce çok mutsuzmuş.
‘Neden?’ diyenlerinizi yine duyar gibiyim. Bu sorunun da cevabı oldukça
basit, çünkü bu halkı yöneten tam yirmi tane Tanrı varmış ve hiçbiri,
birbiri ile anlaşamazmış. Eh, aralarında anlaşsalar bile yirmi tanrı
oldukça fazla miktarda tanrı demektir ve gezegenin neden mutsuz olduğu
bariz bellidir. Bu tanrılardan biri kötülük yapmak isterken biri
iyiliğin gücüne inanırmış. Biri ‘Etrafınızdaki herkesi kıskanmalısınız,
böylece başarılı olabilirsiniz.’ derken diğeri müritlerine ‘Kıskançlık
kötüdür. Aman ha uzak durun!’ diye öğütler verirmiş. Halkın bir kısmı
ateşe taparken diğer kısmı suyun kutsallığına inanırmış. Özetle, tam bir
karmaşa ortamı hakimmiş bu gezgende. Bu yüzden de her gün tartışmalar,
kavgalar ve savaşlar yaşanırmış.
Kısacası tanrılar arasında
hayali bir terazi olacak olsaydı, tam on tanesi sağ tarafında, yine tam
on tanesi sol tarafında olurdu ve bu terazi mükemmel bir şekilde dengede
duruyor olurdu.
Günlerden bir gün Hoşgörü Tanrıçası Hephesius,
takipçisi olan kel kafalı, bol beyaz kıyafetler giyinmiş keşişleri ile
yolda yürürken yanlışlıkla Savaş Tanrısı Armerias’a toslamış. Savaş
Tanrısı’nın koskoca yuvarlak kalkanlar taşıyan, her biri baklava dilimi
kaslara sahip savaşçıları, hep bir ağızdan savaş çığlıkları atıp
liderlerinin ne yapacağını beklemeye koyulmuşlar. Eh tabi ki o da adına
sanına yakışır bir şekilde Hephesius’u sarı örgülü saçlarından tuttuğu
gibi keşişlerinin üzerine fırlatıvermiş. Birbirlerinin varlığını sezen
tanrılar ve tanrıçalar hemen olay yerine toplanmış ve hepsi ilgiyle
izlemeye koyulmuş. Tabi ki hoşgörü tanrıçasının yere düşmesi büyütülecek
bir olay değilmiş ve tabi ki tanrılar ölümsüzmüş. Fakat o büyük günde
Hephesius’un sakarlığı yüzünden öğrenmişler ki tanrılar şaşırtıcı bir
şekilde sadece insanlar tarafından gelen saldırılara karşı ölümsüzmüş.
Hephesius
düştüğü yerde dizlerine ellerini götürüp acıyla ağlarken ellerindeki
kanı tüm tanrılar görmüş ve elbette ki onlar da yirmi tane tanrının bu
dünyaya fazla olduğunun çoktan farkındalarmış, ama hepsi bir diğerinin
ölümsüz olduğunu sanıyormuş o ana kadar. Bu yüzden Tanrılar arasında
yıllarca değil, aylarca değil, haftalarca değil, günlerce hiç değil,
yaklaşık bir iki dakika sürecek bir savaş patlak vermiş. Her şey o kadar
hızlı gerçekleşmiş ki kimse tam olarak ne olduğunu görememiş bile.
Fakat sonuçları herkesin tarih kitaplarından öğrendiği gibi çok büyük
olmuş.
Hikayemizin başında değindiğimiz gibi bu gezegende
yaşayanlar çok mutluymuş, çünkü o gün çıkan Büyük Tanrılar Savaşı’nda
beklenenin aksine ölenler hep yukarıda da belirttiğim terazinin sol
tarafında yer alan tanrılar olmuş. Savaş Tanrısı adına yakışmayacak
şekilde ilk ölenler arasındaymış o gün ve hemen ardından Kıskançlık
Tanrısı yitip gitmiş. Su Tanrıçası, Ateş Tanrısını saniyeler içinde
söndürmüş ve geriye mutluluk ve huzurdan başka hiçbir şey kalmamış.
Bütün
dünya huzur içinde, mutlu ve düzenli bir yaşama sahipmiş. Ya da
Tanrılar böyle olduğunu sanıyormuş. Çünkü huzur ve mutluluk yayıldıkça
tanrıların canı çok sıkılmış. Neredeyse etrafta yapacak hiçbir şey
kalmamış. Bunun üzerine toplanıp hepsi kendilerine birer Seçilmiş
belirleyip onlar arasında centilmenlik esasları içinde müsabakalar
düzenlemeye karar vermişler. Tek bir sorun varmış. Kendilerine
tapanların neredeyse hepsi birbirinden iyi, hoşgörülü, sevecen, sadık
vesaireymiş!
Yıllar birbirini kovalamış ve zaman akıp gittikçe
tanrılar seçilmişlerini belirlemeye çalışırken aslında bu mutlu ve
huzurlu gezgende herkesin mutlu olmadığı anlaşılmış. Birkaç kişi tüm bu
düzene karşı dimdik ayakta durmaktaymış. Sonunda on tanrı bir araya
gelip bir mahkeme kurmuşlar ve sorun çıkaran bu birkaç kendini bilmezi
yargılamak için huzurlarına çağırmışlar.
İlk gelen, yaralar
bereler içindeki yüzünü sert bir şekilde buruşturup tanrılara yumruğunu
sallayan simsiyah saçlı bir adam olmuş.
‘Sen de kimsin?’ demiş düzen tanrısı.
‘Bana
Kavgacı derler ve siz beni yargılayamazsınız! Hele bir deneyin de görün
bakalım gününüzü!’ sıktığı yumruğunu avucunun içine sertçe patlatmış.
Tam Tanrılara bu mühim demeci verilirken mahkeme salonunun kapısı tekrar
açılmış. İçeriye dışarıda esen serin rüzgarın bir parçası girmiş ve
Kavgacı’nın irkilmesine sebep olmuş.
‘Hey sen de kimsin!’ diyip yanında bir adam peydah olunca da refleks olarak suratına okkalı bir yumruk patlatıvermiş.
‘Aman
tanrım! Ya da aman Tanrılarım! Gördünüz! Hiçbir suçum yokken bu adam
bana vurdu! Davacıyım!’ diyivermiş sızlayan başını tutarak.
‘Sessizlik!’ demiş tanrılardan biri. ‘Sen de kimsin?’
‘Bana
Sinsi derler.’ demiş ve eklemiş. ‘ve inanın buraya neden getirildiğime
dair en ufak bir fikrim bile yok. Kesin bir yanlışlık oldu.’ Bağdaş
kurup devasa yapının zeminindeki taşlara otururken.
Bu sırada
içeriye etrafına söylene söylene hırpani sakallı bir dede girmiş.
Sürekli homurdanıyor ve etrafını pek de umursamıyor gibiymiş. Önce
Tanrıların bulunduğu büyük kürsüye çarpana kadar homurdanarak ağır ağır
yürümüş. Sonra da çarpmanın etkisiyle homurtuların arasına birkaç küfür
sıkıştırarak diğer ikisinin beklediği yere geçmiş
Düzen Tanrısı,
tam ona kim olduğunu soracakken ve ağzı daha hala açıkken homurtular
arasından şu kelimeler duyulmuş mahkeme salonunda. ‘Homur homur…Hay bana
Karamsar ismini koyan annemin de…! Üzerimde emeği geçen babamın da…! Bu
mahkeme salonunun da…!’
Mahkeme salonunun kapıları kapanmak
üzereyken Hephesius yanındaki tanrılara dönmüş. ‘Hani dört taneydiler?’
ve bu sözleri söyler söylemez kapının arkasından bir bağırış duyulmuş.
‘Ay
durun! Durun diyorum size. Nasıl olur da ben tam girecekken kapıları
kapatırsınız siz! Kendini bilmezler! Ahlaksızlar! Densizler!’ içeriye
kahverengi, saçlı ortalama boylu, ortalama kiloda ve ortalama güzelliğe
sahip bir kadın girmiş. Tam otuzlu yaşlardaymış.
Önsezi Tanrıçası gülümsemiş ve ‘ Dur tahmin edeyim. Senin ismin Kendinibeğenmiş değil mi?’
‘İsmin
Kendini, soyadım da Beğenmiş. Öyle söyleyince bütün havası kaçıyor.
Kendini Beğenmiş diyeceksin.’ Diyip bir hava ile saçlarını geri atmış.
Bir yandan Hephesius’un güzelim sarı saçlarına bakıp kendi saçlarının
onunkilere bin basacağını düşünerek.
Tanrılar baş başa vermiş ama
bu işe yaramaz ve gezegenin düzenini bozan dört kişiye ne yapacaklarına
bir türlü karar verememişler. Verdikleri cezalar çok yumuşak
kalıyormuş. Mesela; Hoşgörü Tanrıçasının önerdiği gibi her akşam
yemekten sonra tatlı yemelerini yasaklamak gibi akıl almaz büyüklükte
cezaların hiç biri etki etmemiş bu düzen bozuculara!
Haftalar,
hatta aylar geçmiş ama bu dördünü bir türlü kötü huylarından
vazgeçirememişler. Ne ceza verirlerse versinler inatla kendi
bildiklerini yapmaya devam etmiş bu dört kafadar.
Tam üç ay
sonra, Düzen Tanrısı bu dördünü mahkeme salonuna tekrar çağırmış.
Kendini Beğenmiş saçlarını okşayıp Hephesius’a aşağılarcasına bakarken,
Kavgacı mahkeme salonuna girerken duvara vurduğu yumruğunun kanayan
yerini emmekle meşgulmüş. Sinsi, Karamsar’ın çıkardığı homurtular
eşliğinde sessizce onun para kesesine uzanmakla meşgulken hapşırıvermiş.
Düzen
Tanrısı boğazını temizlemiş ve gür sesiyle konuşmaya başlamış ve hepsi
de –Tanrılar da dahil- ne yapıyorlarsa bırakıp bu etkileyici sesi
dinlemeye koyulmuş.
‘Cezanız kararlaştırıldı. Bu gezgende düzeni
ve huzur bozduğunuzu söylemeye gerek yok. Ne ceza verirsek verelim
huylarınızdan vazgeçmeyeceğiniz de ortada. Bu durumda bize başka bir
çare bırakmadınız. Sizi sürgün ediyorum. Ehmm… Ediyoruz!’
‘Nereye?’
‘Nasıl yani?’
‘Uzak mı?’
‘Homur, homur?’
Gibi soruları elinin tersiyle geçiştirmiş Düzen Tanrısı.
‘Kararımız
kesin. Sizler için tüm güçlerimizi kullanıp yeni bir gezgen oluşturduk.
Bundan sonra orada yaşayacak ve neslinizi devam ettireceksiniz. Oldukça
güzel bir yer, Karamsar haricinde hepinizin orayı seveceğine eminiz.’
Hafifçe gülümsemiş ve yerinden kalkıp dörtlünün yanına gitmiş. Tüm
tanrılar etraflarında bir çember oluşturup el ele tutuşmuş ve büyülü
sözleri mırıldanmaya başlamışlar. Sinsi birkaç defa Hephesius ve Düzen
Tanrısı’nın kollarının altından sıvışmaya çalıştıysa da büyülü bir
bariyere çarpıp yere kapaklanmış.
Büyülü sözler sona ermiş ve Düzen Tanrısı dörtlünün bedeni yitip giderken son bir kez seslenmiş.
‘Sınırsız bir süre boyunca Dünya’ya sürgün edildiniz!’
Hephesius
büyülü çemberin güç parıltıları saçan aurası dağılmadan kendini
beklenmedik bir şekilde tanrıların ortasına atıvermiş. ‘Onların bu yeni
gezegende tek başlarına olmalarına gönlüm elvermiyor!’
‘Ama onlar dize gelmez. Bunu sen de gördün, ne denersek deneyelim başaramadık!’ demiş sinirlenen Düzen Tanrısı.
‘Onları
düzgün birer insan yapmak için binlerce yılım olacak. Elbet
başaracağım.’ Demiş kendinden emin bir şekilde Hephesius gözden
kaybolurken.
Kendini çimenler ve ağaçlarla çevrili bir şelalenin önünde bulmuş Hephesius. Önündeki insanlara bakmış ve şöyle demiş.
‘Hepiniz
burada yeni bir yaşam kuracaksınız. Bu yüzden her şeye en başından
başlamamız gerek. Sen…’ demiş bu güzel dünyada bile homurdanmayı
başarabilen Karamsar’a dönerek. ‘Senin adın bundan böyle Adem olacak.
Siz ikiniz ise…’ demiş Kavgacı ve Sinsi’ye dönerek. ‘Sizlerin ismi ise
Habil ve Kabil olacak.’ Sonra durup kendine kısık gözlerle bakan ve bir
yandan kendi teninin bu soluk görünümlü tanrıçadan tabi ki de çok daha
iyi göründüğünü düşünen kadına bir parmağını uzatmış. ‘Senin ismin ise
bundan böyle Lilith olacak.’
‘Pekala, ama sen istediğin için değil, sırf beğendiğim için kabul ediyorum.’ Demiş Lilith saçlarını bir omzundan arkaya atarak.
‘Sizler
için çok sevdiğim yeri ve insanları bıraktım. Bu yüzden sizlere bir
ceza vermem gerek.’ Demiş ve düşüncelere dalmış. Ama içi ceza vermeye de
pek el vermiyormuş. En sonunda önemsemeden önünde duran ilk ağacı
göstermiş ‘Ne yaparsanız yapın, bu elma ağacından bir tane bile meyve
yemeyeceksiniz!’ demiş ve sırra kadem basmış.
-SON-
2 Kişi Düşüncesini Belirtti:
O zaman da gülümseyerek okumuştum, yine aynı keyifle okudum :) Umarım arada yeni şeyler yazdığını görme fırsatımız da olur. Kalemine sağlık...
ilk ağacı göstermiş ‘Ne yaparsanız yapın, bu elma ağacından bir tane bile meyve yemeyeceksiniz!’ demiş. Hocam benim haddime değil ama bu kısa hikayenin sonu biraz klasik olmuş bunun yerine başka bir şey olsaydı daha cezbedici olurdu (KiryuuZero0)
Yorum Gönder