Bakış Açısı
I. Bölüm
Sade
ve özenle düzenlendiği belli olan yatak odasının tam ortasında duran ve
hiçbir duvara bağlantısı olmayan yatağında gözlerini açtığında
isteksizce homurdandı. Vücudunu top gibi bükmüş vaziyette koca yatağın
ancak dörtte birini kaplayabiliyordu. Beyaz çarşafları, üzerinden her an
incinebilecek narin bir canlı gibi dikkatle kaldırdı ve doğrulup altı
şişmiş gözlerini ovuşturdu. Yatağın içinde oturur pozisyona geldiğinde
karşısındaki aynada gördüğü yansımasına nefret ve tiksinme karışımı bir
yüz ifadesiyle baktı. Karmakarışık olmuş ve haddinden fazla uzamış
saçlarının diplerini elleriyle sertçe kaşıdı ve banyoya doğru ilerledi.
Uyku
sersemi, sağa sola sallanarak ilerlerken omzunu kapının kenarına çarptı
ve canının acıması biraz da olsa onu uyandırdı. Çıkan gürültüye ilgiyle
bakan beyaz, uzun tüylerle kaplı kedisi koridorda patilerini yalamakla
meşguldü.
Hala uyku mahmurluğunu üzerinden atamamış adam, bir
anda kendinden beklenmeyecek kadar hızla koridorda ilerledi ve kediyi
iki eliyle yakalamaya çalıştı. Yalanmakla meşgul olan hayvan da bu
duruma şaşırmıştı ve dört ayağının üzerinde tıslayarak iki metre geriye
sıçrayıverdi korkudan. Ama adam pes etmedi, ani bir enerji patlamasıyla
boyunca kediyi kovaladı ve mutfağın köşesine kıstırdığında ‘Şimdi nereye
kaçacaksın bakalım!’ dedi.
Şaşkın bakılarla adamı izleyen hayvan
tüylerini dikleştirdi ve ne suç işlediğini merak eder gibi gözlerini
adama kilitleyip olduğu yerde hareketsiz kaldı. İki eliyle kediyi
dikkatlice havaya kaldırdı adam ve mutfakta bulunan küçük bir taburenin
üzerine oturdu. Tüy yumağını kucağında kendine bakacak şekilde oturtup
ellerini başının iki yanına koydu ve suratını iyice yaklaştırdı.
Gözlerini gözlerinden ayırmadan bir dakika boyunca baktı ve sonunda
şunları söyledi:
‘Orada bir yerlerde olduğunu biliyorum!’
---o---
‘T1985201 sefer sayılı uçak kalkış için hazırdır.’
Anonsla
beraber uçakların katlığı açıklığa bakan cama yapıştırdığı alnını çekti
ve kafasını kaldırıp uçuş isimlerinin ve kapı numaralarının olduğu
ekrana ilgiyle baktı. Kendi uçağını listeden bulduğunda fısıltı halinde
bir küfür sallayarak koşmaya başladı. Yanına aldığı üç beş parça yedek
kıyafeti sırt çantasına tıkıştırılmıştı ve bunlardan bazıları tam
kapanmamış fermuarın bıraktığı açıklıktan sarkıyordu. Ütüsüz takım
elbisesi ve doğru düzgün bağlayamadığı kravatı ile bulunduğu noktadan
çok uzakta olan kapı numarasına doğru koştururken bir yandan nefesi
yettiğince söylenmeye devam etti. Uçağın hareket saatini bir dakika
geçerken görevlilerin yavaş yavaş ayrılmaya başladığı kapıya vardı ve
elindeki çıktı kağıdını sallayarak nefes nefese ‘Geçmeme izin verin.’
Dedi.
Standart koyu lacivert mini etek ve beyaz sade bir gömlek
giyinmiş sarışın kadın, karşısında duran saçı başı dağınık, elbiseleri
ütüsüz adamın elinde salladığı buruş kırış kağıda baktı. O anda çok daha
ters bir cevap vermek istediyse de adamın görünüşü onda acıma hissi
uyandırmıştı. Eline aldığı kırışmış kağıda baktı ve üzgün gözlerle adama
döndü.
‘Efendim biletinizi internetten almışsınız. Maalesef
check-in yapmayan yolcuları alamıyoruz. Kaldı ki uçağınızın kapıları da
bir iki dakika evvel kapandı.’
‘Nasıl olur?! Ben paramı ödedim,
beni almadan nasıl kalkar bu uçak…’ kızgın ses tonu ile başlayan cümle
adamın yutkunup hüzünlü bir ifadeye bürünmesiyle sona ermişti. Kadın,
adamın deli olduğundan ciddi ciddi şüphe etmeye başlamıştı ama ortamı
yumuşatmak adına konuşmaya başladı.
‘Daha önce hiç uçağa binmediniz mi Allah aşkına?’
‘Bindim…’ dedi adam ve sesi titremeye başladı. ‘Sadece, biletleri hiç kendim almamıştım.’
---o---
Uçağı
kaçırdığı günün gecesi, son zamanlarda pek sık yapmadığı bir şey yaptı
ve şehrin eğlence mekanlarının bulunduğu caddeye doğru uzun bir yürüyüşe
çıktı. Karşısında sürekli değişen rengarenk lambaların aydınlattığı ‘P’
harfi olan barın önünde durdu. İçeriden gelen gürültü kapının dışına
kadar taşıyordu. Müziğin kesildiği on saniyelik aralarda içeridekilerin
eğlence dolu çığlıkları, sanki onu aralarına davet eder gibiydi. Artık
iyice açılmış fermuardan yarı yarıya sarkmış tişörtünü taşıdığı sırt
çantasını kapıdaki vestiyere bıraktı ve karşılığında aldığı numara
yazılı anahtarlığı sol cebine atıverdi. Bas seslerin derinden gelen
gürültüsü iç organlarını titreştirirken çılgınca zıplayan kalabalığa
karıştı ve o gece kendini kaybedercesine içti…
Barda olanları pek
hatırlamıyordu aslında. İlk içkisinden sonra bile zil zurna sarhoş
olmuştu. Şimdi nasıl olduğunu bilmese de kendi evine gelmişti. Salondaki
en geniş koltukta oturmuş mutfak tezgahından ona gülümseyen siyah ile
kahverengi arası, uzun saçlı, kahverengi gözleri olan kadına bakıyordu.
Kadın kıvrak hareketlerle dans ederken ona kıstığı gözleriyle baktı. ‘Ne
kadar da baştan çıkarıcı’ diye düşünmekten kendini alamadı. Bronz
tenini adama cömertçe sergilerken çalan müziğin ritmine uyum sağlayarak
yavaşça kot pantolonunu çıkardı ve adama doğru muzip bir gülümseme ile
fırlattı. Sonra kollarını yavaşça vücudunda yukarılara doğru götürürken
üzerine giydiği askılı dar kıyafeti yakaladı ve onu da çıkarıp bir
kenara fırlatıverdi. Yüzünde adamın gördüğü en şehvetli gülümseme
dolanırken bir yandan mutfak tezgahında bulunan geniş bir kaseye
doldurulmuş yeşil elmalara uzandı.
O sırada adamın yarı gülümser
neşeli ruh hali değişiverdi. Gözlerini hayretle elma tabağına kaydırdı
ve içinden ‘Ne olur onlara dokunmasın!’ diye dua etti. Kadın tek eliyle
elmayı aldı ve ağzına doğru götürmeye başladı. Adam artık koltukta
güçlükle duruyordu. Gözlerini iyice açtı ve hemen ayağa kalktı. Her ne
içtiyse başının deli gibi dönmesine sebep oluyordu ama o kararlılığını
yitirmeden yalpalayarak tezgaha doğru ilerlemeye devam etti. Kadın ona
gülümsedi ve dudaklarını ısırırken adamı istekle beklemeye koyuldu.
Tezgaha
son anda yere düşmekten kurtulurcasına tutundu adam ve bir eliyle
kadının ısırmak üzere olduğu elmayı koparırcasına aldı. ‘Sakın bir daha
bu elmalara dokunma!’ dedi sertçe.
Kadın neye uğradığını
şaşırmıştı. Adamın yüzündeki nefret dolu ifade korkutucuydu. Bu yüzden
yerdeki kıyafetlerini kaptığı gibi giyinme zahmetine bile girmeden
kapıdan çıktı ve arkasından sertçe kapattığı kapının yankılarına karışan
söylenmeler giderek seyrekleşti.
---o---
Kaçırdığı
uçaktan sonra gideceği yere ancak üç gün sonra yer bulabilmişti.
Havaalanına bu sefer ne olur ne olmaz diye iki saat önceden gelmiş
içerideki çeşit çeşit dükkanları gezmeye koyulmuştu. Süs eşyasından,
içkiye, pahalı kıyafetlerin satıldığı giyim mağazalarından, kitapçılara
kadar birçok dükkan vardı. Uçak yolculuğunu sevmezdi bu yüzden dikkatini
dağıtması açısından kendine iyi geleceğini düşündüğü kitap reyonuna
doğru yürüdü. Ellerini yere yatay biçimde dizilmiş kitapların üzerinde
gezdirirken ilgisini çekecek bir şeyler arıyordu.
Elleri yavaş ve
dalgın hareketini sert bir hamle ile durdurdu ve parmaklarının uçları
beyazlaşana kadar bir kitabın üzerinde baskı yapmaya başladı. Parmak
uçlarından yayılan ince bir titreme adamın tüm vücuduna yayılırken
diğerlerinin yanından koparırcasına aldığı kitaba sinirle bakmaya
başladı. Kitapçıdaki görevli, adamın bu garip davranışlarını fark etmiş
ona sesleniyordu fakat o duymadı bile. Gözleriyle kitabı yakmaya
çalışıyormuş gibi orada öylece durdu. Vücuduna yayılan titremenin
şiddeti giderek arttığında bir öfke nöbeti ile kitabı cam raflardan
birine hızlıca fırlattı. Ayakları artık onu taşımayacak hala geldiğinde
kendini havaalanının mermer zeminine bıraktı ve titreyen eliyle gözünden
akan yaşları durdurmaya çalıştı.
---o---
II. Bölüm
Aşk nedir bilir misiniz?
Ben bilmezdim…
Elimdeki
iş çantası ve giydiğim şık takım elbiseler, yanından geçtiğim bir
vitrinin camından benimle alay edercesine yansıdılar. Yıllar ne de çabuk
geçmişti böyle. Daha dün üniversiteden mezun olmuş, enerji dolu, hayata
olumlu bakan bir idealisttim. Şimdi ise ev ve iş arasındaki yürümek
bile bana kaçamak yapabileceğim kendime ait bir vakit gibi geliyordu. Bu
hayat, bu rutin o kadar sıkıcıydı ki…
Aklıma aniden gelen bir
fikirle daha önceden hiç bilmediğim bir sokağa saptım ve nereye
gideceğimi düşünmeden saatlerce yürüdüm. Düşüncelerimden sıyrılmamı
sağlayan melodiyi duyduğumda bir müzik dükkanının önünde olduğumu fark
ettim. Tereddüt etmeden içeri adımımı attım. Nasıl olsa bugün
özgürlüğüme adım attığım ilk gündü. İstediğimi yapabilirdim. Ertesi gün
hangi işleri yapacağımı, akşam ne yiyeceğimi düşünmeden kendime
ayıracağım birkaç saatlik özgürlük… İşte tüm istediğim buydu. Fakat daha
da fazlasının beni beklediğinden habersiz dükkanı gezerken geniş bir
alana dizilmiş kitap arşivlerinin olduğunu fark ettim. Ne zamandır kitap
okumadığımı hatırlamaya çalışırken elimi dalgınca bir kitabın üzerine
attım.
Hayatta bazı anlar vardır. Birkaç saniye size dakikalar
gibi gelir. Zaman yavaşlar ve havadaki toz zerrelerine kadar o anın tüm
detayları aklınıza kazınır. İki cadde ilerideki trafik sıkışıklığının
sebep olduğu korna sesleri, dükkandan içeri giren bir dilencinin
yakarışları, kulaklarınıza işleyen o melodinin üzerinde söylenen sözler,
kitaba uzanan elinizin bakımlı ve yumuşak bir ele değmesi, elinizi
refleks olarak çekerken mırıldandığınız özür cümlesinin karşınızdakinden
eko yaparcasına size geri dönüşü, o kahverengi gözlerin merak dolu
bakışı, uzun ve düz saçların siz bakarken ağır çekimde omuzlardan aşağı
dökülüşü ve aklınızdan hiç çıkmayacak o gülümseme…
Gülümsedi ve ben daha şaşkınlığımı üzerimden atamadan konuşmaya başladı.
‘Lütfen
buyurun… Bu kitabı benden başka birinin de beğendiğini görmek beni
sevindirdi.’ Dedi gözlerinde bir ışıltıyla. Hipnotize olmuş gibi o
yumuşak sesini dinlerken beynimin arka tarafından bir ses bana bir
şeyler mırıldanıyordu.
Lanet olsun! Dalgınlıkla hangi kitaba elimi attığımı hatırlamıyordum bile!
Yatay duran sıra sıra umutsuzca kitaplara panikle baktım ve hangisine uzandığımı hatırlamaya çalıştım.
‘Lütfen
siz buyurun.’ Dedim vakit kazanmaya çalışarak ama buna hiç gerek yoktu.
Israr etmeden elini bir kitaba uzattı ve alıp arka kapağını okumaya
başladı. Dalgınca kitabın üzerinde gezinen gözleri, ağzının kenarındaki
gülümsemeyi tamamlayıp ortaya muhteşem bir tablo çıkartıyordu.
Ellerimizin birbirine değdiği o birkaç saniyede birbirimize o kadar
yakınlaşmıştık ki sanki yıllardır onu tanıyor gibiydim. Bir şeyler
söylemeliydim ve bunu hemen yapmalıydım. Yoksa tekrar iki yabancı olmaya
devam edecektik. Ağzımı açtım fakat doğru kelimeleri bir türlü
bulamıyordum.
‘Söylesenize…’ dedi tereddüt etmeden ve gözlerini
kitaptan ayırmadan devam etti. ‘ Sokağın karşısında birer kahve içip bu
konuda konuşmak ister miydiniz? Gerçekten de M. İhsan Tatari’nin bu
kitabını benden başka birinin okuyabileceğini düşünmemiştim’
Hayatta
bunun dışında herhangi bir şey isteyebileceğimden şüpheliydim. ‘Evet’
dedim belli belirsiz müzik sesini bastıramayan güçsüz bir mırıltıyla ama
neyse ki onaylarcasına başımı da sallamıştım önlem olarak.
Yıllar
geçti ve biz onunla bir daha asla iki yabancı olmadık. Önce benim evime
taşındı, sonra da kimseyi davet etmediğimiz küçük bir törenle evlendik.
İşim gereği çok sık seyahat ediyordum ve bazen bu tip şeyler bana
işkence gibi gelir. Çünkü hiçbir zaman internet denilen zımbırtıyı tam
anlamıyla kullanmayı beceremem. Bu işlerden hiç iyi değilimdir
anlayacağınız. Ama o hep benim yerime biletlerimi aldı. Bir yandan kendi
işleriyle uğraşıyor, bir yandan evi toparlıyor ve diğer bir yandan bana
bakıcılık yapıyordu. Benim için yaptığı tüm angarya işler ona mutluluk
veriyordu garip bir şekilde. Beni sevdiği için olduğunu söylemişti bir
keresinde…
Onun hakkında birçok şey hafızama kazınmış durumda
aslında. Kedileri delicesine sevdiğini daha ilk tanışmamızdan sonra
keşfetmiştim. Kedisini alır ve gözlerinin içine bakarak ‘ Orada olduğunu
biliyorum!’ derdi hep. İnternette kedilerin diğer tarafı gördüğüne ve
orası ile dünyamız arasında bir nevi aracı olduklarına dair bir makale
okumuştu. Bu yüzden yıllar önce kaybettiği kardeşine kedisi aracılığıyla
ulaşmaya çalışırdı.
Yeşil elmaları severdi ve onları
mutfağımızın tam ortasında duran bir kaseye koyardı. Çürüyene kadar
onlara kimsenin dokunmasına izin vermezdi. Aslına bakarsanız onu hiç
elma yerken görmemiştim bile yıllarca aynı evde yaşamamıza rağmen.
Küçükken mutluluğun resmedildiği bir tabloda görmüş kasede duran yeşil
elmaları ve onlar orada durdukça bizim de hep mutlu olacağımıza
inanırdı.
Onunla ilgili birçok anı hatırlıyorum fakat bir tanesi
aklımdan hiç çıkmıyor. Hayatta bazı anlar vardır. Birkaç saniye size
dakikalar gibi gelir. Zaman yavaşlar ve havadaki toz zerrelerine kadar o
anın tüm detayları aklınıza kazınır. Sürücü koltuğunda otururken
direksiyona uzattığım elimin terlemesi, onu iş yerine bırakırken
heyecanla kapıyı kapatıp yolun karşısına geçişi, dönüp bana gülümseyerek
el sallaması, gözlerimi onun az önce kalktığı koltuğa indirdiğimde
uğurlu saydığı ve yanından hiç ayırmadığı Yitik Öyküler Kitabını unutmuş
olduğunu görmem, kitabı kaldırıp ona doğru sallayışım ve onun kitabı
unutmuş olduğuna inanamayan bakışlarla bana doğru gelmesi, gürültüyle
fren yapan ve kayarken kornasını deli gibi çalan otobüsün kulak
tırmalayan sesi ve aklımdan çıkması için gecelerce uğraştığım kemiklerin
kırılma sesine eşlik eden camdaki o kızıllık.
---o---
4 Kişi Düşüncesini Belirtti:
Hikayelerin güzel ama geliştirilebilir aynı zamanda hikayelerinde yabancı isimler kullanmanı anlamadım havalı olduğunu mu zannettin bilmiyorum ama yabancılaştırır dil
bu kadar çok betimleme hayal gücünden canlandırmayı arttırabilir fakat bazende biraz can sıkabilir. yinede ellerine sağlık güzel
Merhaba, bloğunuz çok keyifli :) Gezi yazıları ilginizi çekiyorsa bloğuma da beklerim..
https://cekoslovakyalilar.blogspot.cz/
Bir hayatı kurtarmak için bir böbrek satmak isteyen 18 yaşından büyük ciddi böbrek vericileri arıyoruz ve her bağışçı için iyi bir teklif ve diğer tazminatlarımız var.
Bizim sürecimiz hızlı ve güvenliğiniz garantilidir.
Lütfen bize ulaşın iowalutheranhospital@gmail.com
Ayrıca whatsapp +1 929 281 1248 numaralı telefondan bizi arayabilir veya bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Yorum Gönder