Kimim Ben? -Bölüm IV-

Posted by Malkavian On 17 Şubat 2011 Perşembe 0 Kişi Düşüncesini Belirtti

Kimim Ben?
Bölüm IV



Kafam düşüncelerle dolu, yavaş adımlarla alışveriş merkezinden çıktım. Az ileride ana yolun kenarında duran otobüs durağına doğru adımlarımı hızlandırdım. Köşeyi yeni dönüp durağa yaklaşan ve yan tarafında devasa bir diş macunu reklâmı olan ilk otobüse bindim. Biner binmez sanki bana ayırmışlar gibi yabancılık çekmeden soldan üçüncü sıranın cam kenarına oturdum. Kafamı her zaman yaptığım gibi cama dayadım ve manzarayı seyretmeye koyuldum.

Durun bir dakika! Her zamanki gibi kafamı cama mı dayadım?! O lanet Fransızın bilgisayarından aşırdığım adrese nasıl gideceğimi biliyordum ve bunu defalarca yapmıştım. İşte bu keyfimi yerine getirdi. Hafızam bana uzaktan el sallamaya başlamıştı.

Hafızamın yerine geliyor olması güzeldi fakat bu bulmacanın parçalarını bulmak çok uzun zaman alacağa benziyordu. Zira birinci sınıf takım elbiseler içindeki bir züppenin – evet o kişi ben oluyorum- otobüsle sık sık yolculuk etmesi gerçekten ilginçti.

Kafamda bu tezat durumu tartmaya başlamıştım ki otobüs hızla bir başka durağın yanından geçti. Durağın camekan rüzgarlıklarının arasında oturmuş kalın montunu boynuna kadar çekmiş, atkısını sıkıca dolamış yaşlı bir adam vardı. Yaşlı adamın ellerinde ışık, ısı, sevecenlik ve daha birçok şey yayan iki tane alev vardı. Buraya kadar her şey normaldi. Fakat etrafın siyah beyaza yakın bir renk alması ve sadece adamın elindeki iki ışığın kor renklerinin birer nabız gibi atıp durması fazlaca ilginçti. Kafamı istemsizce tekrar yokladım. Darbeleri aldığım kısımlardaki şişlikler çoktan geçmişti. Biraz hızlı mı iyileşiyordum ne?

Duraktaki yaşlı adam hafifçe oturduğu yerden kalktı ve kendisine yaklaşan yaşlı çifte doğru elinde dünyanın en kıymetli şeyini tutuyormuş gibi yaklaştı. Elindeki alevler titreşti ve yaşlı çifte doğru adeta büyülü bir şekilde havada spiraller çizerek hızla yol aldılar. Alevler yaşlı çifte çarpınca parçalandılar ve kıvılcımlar etrafı havai fişek gösterisine çevirdi. Ağzım bir karış açık olan olayları izliyordum ve boynumu kırmak üzereydim. Zira otobüs tüm bu olaylar olurken hareketine devam etmişti. Otobüs köşeyi döndü ve yaşlı çift görüş alanımın dışına çıktı. Pencereden bakmaya devam ediyordum. Dünya normal rengine geri dönmüştü. Acaba yaşlı çifte ne oldu? Gibisinden bir soru soruyor olmalıydım şu anda kendime. Fakat bunun yerine az önceki sahnenin neden bana tanıdık geldiğini düşünmekle meşguldüm.

Bir sonraki durakta otobüs sert bir fren yaparak durdu. Ayaklarım düşünceli aklımın kontrolünü eline aldı ve beni hızla otobüsün dışına taşıdılar. Defalarca gelmiş olmanın verdiği o tanıdık his ile kendimden emin yoluma devam ettim. Büyük bir gökdelenin önüne gelince içeri girdim. Güvenlik görevlisi yüzüme gülümsedi ve rutin bir selam verdi. Yüzü tanıdıktı. Ama nereden?

Asansöre binip en üst katın düğmesine bastım. Oldukça seri çalışan bir asansördü kırk beş katı saniyeler içinde çıktı ve tiz bir ‘ding’ sesi eşliğinde beni dışarı uğurladı. Çatı katında tek bir kapı vardı. Eh zaten tanıdık gelen de tek bu kapıydı. Ellerimle kapıyı ittirdim ve iki yana açılan büyük kapıların hemen arkasında başlayan kırmızı halıya adımlarımı attım. Geniş pencerenin hemen kenarında muazzam manzarayı izleyen, birinci sınıf takım elbiselerinin içinde, elindeki kaliteli kadehten şarabını yudumlayan adam arkasını bile dönmedi.

‘Şu haline bak. Seni neredeyse tanıyamayacaktım. Oyun oynamayı sevdiğini biliyorum ama bu kadar berbat kılıkta seni görmeyi beklemiyordum.’

Demek oyun oynamayı seviyordum ve bu birinci sınıf elbiselerin içinde salaş görünüyordum öyle mi? İşte bu ilginçti. Gülümsemekle yetindim ve ekledim; ‘Beni bilirsin…’ lanet olasıca daha arkasını bile dönmemişti.

O da gülümsedi. Beni uzun zamandır tanıdığını her hareketi ile belli ediyordu. Bir şekilde ondan, bende eksik olan bulmacanın parçalarını almalıydım ve bunu yaparken onu şüphelendirmemeliydim.

Hala bana arkası dönüktü ve rahat bir tonda konuşmaya başladı ‘Ee günün nasıl geçti?’

Arkasını dönmesi bende bir güven hissi yarattı. Bu adam büyük bir ihtimalle düşmanım değildi. Yeteneklerim ve hızım söz konusu olunca, bir düşmanın bana arkasını dönmesi onun için pek de iyi olmayan sonuçlar doğurabilirdi. Sorusuna gelince. Hiç bir şeyden şüphelenmemesini sağlayacak tek bir yanıt vardı.

‘Eh işte her zamanki gibi… Ya senin günün nasıldı?’

‘İnsanları bilirsin. En sevdikleri şeyi almaya geldiğimi öğrendiklerinde her seferinde yaygara kopartmanın bir yolunu buluyorlar.’ sesinde bariz bir şüphecilik vardı. Sanki bu arkası bana dönük adam beni gizlice tartıyordu.

Söylediklerine bakacak olursam artık kesinlikle emin olduğum tek bir şey vardı. Karşımda sert bir kaya gibi duran, kötü bakışlı Bay Osgard gibi ben de bir mafyaydım.

‘Haklısın. Hep aynı şeyler. Üzerime bak. Sırılsıklam oldum. Yağmur tüm gün devam etti.’ Dedim sıkkınca. Hep savunmada kalarak hem daha fazla bilgi edinemeyeceğim açıktı, Hem de karşımdaki bu tehlikeli meslektaşımı şüphelendirmek istemiyordum.

‘Takımlarımdan birini ödünç verebilirim.’ Diye öneride bulundu. Sesinde keskin bir merak tadı alıyordum. Sahi insanların hislerini nasıl bu kadar kesin ve net bir şekilde anlayabiliyordum ki?

Başımı salladım ve yolu göstermesini işaret ettim kibarca. Beni odasına götürürken yüzünde gizlemeyi başaramadığı bir gülümseme vardı ve sesi artık daha kendinden emin çıkıyordu.

‘Herhangi birini seçebilirsin. Seninmiş gibi rahat et.’ Dedi ve giyinmem için odadan çıktı. Odadan çıkarken kendinden emin sesinde neşe çığlıkları vardı.

Dolabı açtım ve dördüncü sırada olduğuna emin olduğum en sevdiğim takımımı üzerime geçirdim ve bunu yapar yapmaz kafamda o sıradan yarışmalarda elenen insanlara çalınan melodi vardı. Osgard beni kendi odama getirmişti ve ben salak gibi ona teşekkür etmiştim. Daha ilk dakikadan zayıflığımı göstermiştim. Eh en azından biraz da olsa dostum gibi görünüyordu.

Dışarı çıktığımda kol düğmelerimi takmakla meşguldüm ve rahat bir tonda ‘Elbiselerimin yerini gösterdiğin için teşekkürler. En sevdiğim takımımı özlemişim.’ Dedim.

Osgard’ın bariz gülümsemesi hafiflese de yüzünde oyalanmaya devam etti. Bana şöyle bir göz gezdirdi.

‘Bak. Oyun oynamayı bırakalım. Hafızanı kaybettiğini biliyorum ve muhtemelen var gücünle onu geri getirmeye uğraşıyorsun. Fakat bilmen gereken bir şey var. Hafızanı, gücünü ve tüm bunları kendi isteğinle bıraktın.’ Ellerini iki yanına açıp tüm çatı katını içine alan bir hareket yaptı.

‘Demek bütün bunlardan kendi isteğimle vazgeçtim öyle mi? Peki bunu ne halt etmek için yaptım Osgard?’

Osgard cevabını vermek için ağzını açmıştı ki açık olan arkadaki pencereden onlarca siyah kuzgun aniden geniş çatı katına girdiler. Koridorlardan heyecanlı kanat çırpışları ile geçip, arkadaki kapısı açık olan odaya doluştular. Saniyeler sonra kapıdan az önce durakta gördüğüm yaşlı adam çıktı. Elinde alevleri yoktu ama o olduğuna emindim.

Osgard sakin ve yatıştırıcı bir ses tonu ile konuşmaya başladı. ‘Bak bunların şu anda içinde bulunduğun durum söz konusu olunca anlamsız geldiğini biliyorum. Fakat bana güvenmelisin. Sana bilmen gereken kadarını anlatacağım ama daha fazlasını bilmen hem senin hem de bütün bunları uğruna feda ettiğin kişinin tekrar tehlikeye girmesine sebep olur.’
Söyledikleri birden ilgimi çekmeye başlamıştı. Sesindeki garip tonun anlamını daha çözememiştim fakat uzun zamandır beklediğim bilgiler sonunda önüme gelmişti. Dikkat kesilip dinledim.

‘Neden bütün bunlardan vazgeçtiğini sormuştun. Kendi gözlerinle görmen daha iyi olacak sanırım. Böylece bana inanırsın.’

Eliyle hemen geniş pencerenin yanıbaşında duran teleskopu gösterdi. Karşıdaki çok katlı binalardan birine doğrultulmuştu. Sabırsızca teleskopa yaklaştım ve izlemeye başladım. Karşımda kızıl uzun saçları çıplak omuzlarına dökülen, beyaz teninin belirli yerleri çillerle kaplı, renkli gözleri dolu dolu ve umutla bakan bir kadın vardı. İki elim ile başımı tuttum. Büyük bir ağrı spazmı ile birlikte beynime kısa süreli anılar dolmaya başlamıştı. Bu anıların çoğunda karşımdaki kızılın hayatını kurtarıyordum. Yolun ortasında dururken, filmlerdeki gibi ona sarılıp beraber yandaki kaldırıma uçuyorduk, yanımızdan hızla bir otobüs geçerken. Bir diğerinde suda boğulurken bir cankurtaran gibi çevik hareketlerle ona doğru yüzüp, kenara taşıyordum. Bir seferinde yediği bir şey boğazına kaçmıştı ve boğazındaki parçayı çıkarıyordum. Arkasından gelen bıçağını çekmiş yankesici ona ulaşmadan tam önce oraya varıp, yankesicinin bıçağı tutan bütün uzuvlarını kırıyordum. Bunun gibi yüzlerce sahne gözümün önünden geçti ve gözlerimi teleskoptan ayırdım. Şaşkınlığımı saklayamadan gözlerim bir karış açık Osgard’a bakmaya başladım.

Aklımda hala son gördüğüm sahne vardı. Yıkık dökük binaların arasında duran kızılın görüntüsü.

0 Kişi Düşüncesini Belirtti:

Yorum Gönder