Kahverengi ayıcıklarla süslü pijaması içinde Mat, kendisine bir iki boy büyük gelen sandalyesinden aşağı süründü ve annesinin onun için masaya koyduğu büyük bir bardak suya uzandı. Diğer eliyle bir ekmek parçası ağzına attı bir iki tane de küçük üzüm ve bir şeyler daha…
‘Mat oyalanmadan yatağına yat tamam mı? Dinlenmek senin için çok önemli’ Bunları bir hüzünle söylemişti annesi.
Mat 9 yaşındaydı ve ne zaman yatağa gideceğine normalde kendi karar verirdi. Omuz silkti.Bu günlük böyle olsun dedi ve yatağına gidip gözlerini kapadı.
---
Sör Tavin yapılı 1.80 boyunda ve kaslı bir adamdı. Dalgalı kahverengi saçları kulaklarının arkasından omuzlarına dökülüyordu. Üstündeki zırh gibi mavi gümüş ejderha motifleri ile süslenmiş miğferini başına geçirdi. Atını hafifçe çevirerek etrafa bir göz attı. Ölülerle dolu bir savaş alanı… Yüzünü tekrar adamlarına çevirdi. Tam 250 adet cesaretleriyle nam salmış asker emirlerini bekliyordu. Normalde konuşma yapmak pek ona göre değildi. Adamlarına hiçbir şey söylemesine de gerek yoktu. Onlar zaten onu kıyamet çukuruna kadar izlerlerdi. Bugün farklıydı… Bugün düşman çok güçlüydü. Savaşın başlamasının ardından üç gün geçmesine rağmen düşman birlikler hala direniyordu.
‘Birçoğunuzla yıllardır at sürüyorum.’ Sör Tavin konuşmaya başlayınca buna alışık olmayan adamları kendi aralarında mırıldandılar. ‘Biliyorum ki hepiniz bu civarda bulunabilecek en iyi askerlersiniz. Bu yüzden karşımdaki bu kıyımı, bu yaratıkları görünce korkmuyorum.’ Onaylar mırıltılar ve baş sallamalar eşliğinde konuşmaya devam etti. ‘ Size dürüst olacağım çocuklar. Bugün belki de hiçbirimiz bu savaştan sağ çıkamayacağız.’ Başını hafifçe öne eğdi. Son cümlesini biraz kısık bir sesle söylemişti.’ Arkasında savaşmakta olanları gösterdi. Yılan başlı insan bedenli yaratıklar kendisi gibi mavi gümüş zırhlara bürünmüş insanlarla çarpışıyordu. Bir yandan zehirlerini bulabildikleri her açık et parçasına yayıyorlardı. Arkalarında 4 adam boyunda devasa 12 tane kırmızı gözü ve sayısız bacağı olan büyük örümcekler vardı. Ağlarıyla yakaladıkları ve savaştıkları şövalyeleri tek tek acımasızca yiyorlardı. Savaşan iki tarafın da üstü kan revan içindeydi ve yerlerde kan çukurları oluşmuştu. Manzaranın vermiş olduğu dehşet içinde kısık sesle devam etti ‘Bizi bu yaratıklardan ayıran bir amaç var çocuklarım.’ Konuştukça yükselen bir ses tonu ile devam etti Sör Tavin. ‘Biz bu yaratıklar gibi habis bir lorda hizmet edip onun boyunduruğu altında ülkemize dehşet getirenleri bu yurttan atmak için buradayız. Dediğim gibi yaşama ihtimalimiz çok zayıf ama yine de bizden sonra gelecekler için oldukça büyük hediyeler bırakalım olur mu çocuklar!’ 250 kişi birden bir yumruklarını kaldırıp bağırdılar. ‘ Biz sıradan bir birlik değiliz. Bu yüzden bırakın şu küçük yılanlar diğer birliklerle boğuşsun. Şu örümcekleri güzel bir hediye paketi yapalım ne dersiniz’ Bir tezahürat daha koptu. ‘ Aranızdan ayrılmak isteyenler varsa anlarım.’ Bir süre bekledi askerlerin hiç biri kılını bile kıpırdatmıştı. Kılıcını kınından çekti ve savaş alanının üstündeki kocaman dağı işaret etti. ‘Hedefimiz o dağa ulaşmak ve eğer ulaşırsak savunabildiğimiz kadar savunmak. Sizinle savaşıp ölmek bir onur olacak!’ Bu son cümle ile atı ileriye atıldı. Arkasındaki adamlar çok bilinmeyen kadim zamanlardan kalma bir savaş marşı söylüyordu. Üçgen şekli alıp savaşın ortasına daldılar…
Aradan 6 saat geçmişti. Sör Tavin ve birliği –daha doğrusu birliğinden arta kalanlar- dağın zirvesine oldukça yakın bir yerde dizlerinin üstüne çökmüş doğru anı bekliyorlardı. 38 kişi kalmıştı o koca birlikten. Yitirilen onca değerli askeri düşününce Sör Tavin in vücudundaki sayısız yara tekrar tekrar sızladı. Savaş anını düşündü. O büyük örümceklerden 6 tanesini öldürmüşlerdi ve savaş kendi lehlerine dönmeye başlamıştı. O sırada çıkagelen alev ejderhaları adamlarının çoğu ile birlikte kendi soyunu da öldürmüştü. Büyük bir mucize eseri tam zamanında yetişen her askerin tek tek armasını taşıdığı buz ejderhaları imdatlarına yetişmişti. Adamlarından biri koluna hafifçe dokununca bu düşünceleri kafasından attı. Zamanı gelmişti. Son saldırı ve ölümün o ferahlatıcı serinliği için zaman gelmişti.
‘Mat uyan artık’ dedi annesi üzgün bir ses tonu ile odanın kapısını aralarken.
Mat zaten yarı uyanıktı heyecanla annesinin yanına geldi.
Annesi avucunun içini Mat in alnına koydu. ‘ Ateşin düşmüş şükürler olsun’ dedi
Mat heyecanla annesine döndü ve oyuncak kılıcını aldı. ‘ Boğazım da ağrımıyor artık. Sör Tavin sayesinde anne. O ve birliği bütün o canavarları tek tek öldürdü biliyor musun ? ve… ve sonra da kötü alev ejderhaları geldi’ ellerini pençe şekline getirip korkunç bir yüz ifadesine büründü ‘Neredeyse hepsini öldüreceklerdi ama sonra mucize eseri buz ejderhaları geldi ve onlarla savaştı’
Annesi Mat e şüphe ile bakıyordu. ‘Belli ki biri gece fazla ateşlenmiş ve kötü rüyalar görmüş. Gece uyandırıp sana ateş düşürücü vermiştim bilinç altın bunu garip bir rüyaya çevirmiş’ dedi.
Mat inatla konuşmaya devam etti. ‘Sen ne dersen de anne. Sör Tavin gerçekti ve beni hastalıktan kurtardı.’ Bir dizinin üstüne çöktü ve kılıcının ucu yere gelecek şekilde koydu. Kafasını kılıca yasladı ve konuştu: ‘İşte böyle duruyordu anne o kadar yara almasına rağmen ve o dağın zirvesini korudu. Savaşacak gücü kalmamıştı ama yine de ayakta kaldı. Onu gören adamları cesaretlendi ve ona yaklaşan bütün o yılan adamları uzaklaştırdılar.’
Annesi gülümsedi ve Mat in yanağına sevgi dolu bir öpücük kondurdu. ‘ Ah Mat tamam senin dediğin gibi olsun. Bu tür şeyleri ben nerden öğrendiğini biliyorum ama’ dedi gülümseyerek. ‘ Sanırım artık o kayıprıhtım denen siteye girmeni yasaklamam gerekecek.’ Mat tam itiraz etmek üzereydi ki espiri yaptığını ortaya çıkaran bir gülümseme ile oğluna sarıldı.
0 Kişi Düşüncesini Belirtti:
Yorum Gönder